Cumhurbaşkanının neredeyse sınırsız yetkilerle donatıldığı yeni bir rejime girdik. Lime lime edilmiş kuvvetler ayrılığı ilkesi yerini bütün kuvvetlerin tek adamda toplandığı liderin dediği olur ilkesine bıraktı. Yürütmenin denetlenme imkânı yok. Haliyle demokrasiden ya da hukuk devletinden geriye de bir şey kalmadı. Hak ve özgürlükler, bunca sene sürmüş demokratikleşme çabasının ve hukuk devleti fikrinin gölgesinden arta kalan kırıntılar.
İktidarın Meclis çoğunluğunu yitirmesi, cumhurbaşkanının kararnamelerinin kanunlarla hükümsüz kılınmasına yol açabilirdi. Bu da Meclis’teki yeni çoğunluğun ülkenin demokratikleştirilmesi için uzlaşabilmesini ve yürütmeyi bir şekilde denetleyebilmesini sağlayabilecekti. Olmadı.
Yargının yürütmeyi denetleyebileceğini düşünmek ise hayal. Anayasa Mahkemesi’nin üyelerini tek adam belirleyecek. HSK’nin üyelerini de öyle.
OHAL kalkacak diye umutlanmanın da pek bir anlamı yok. Bu rejim zaten daimi bir OHAL vaat ediyor. Kaldı ki cumhurbaşkanı dilediğinde OHAL ilan edip OHAL kararnameleriyle ülkeyi idare edebilecek.
Yani, iktidarı ancak iktidarın kendi iradesi sınırlayabilir. İş, Erdoğan’ın keyfine kalmıştır. Buna da keyfi rejim denmekte. Hukuk devletinin kalmadığı, dolayısıyla hukuki güvencenin de ortadan kalktığı, insanların hangi fiillerinin nasıl sonuçlar doğuracağını hukuken öngöremeyeceği bir düzen.
Bu rejim, toplumsal kutuplaşmanın sürdürülmesine, baskı ortamına ve ekonomik kazanımlara muhtaç. Gelgelelim, kutuplaşma ve baskının, ekonomik büyümeye ket vuracağını tahmin etmek de güç değil.