Avrupa Birliği Komiseri Günther Oettinger Türkiye'nin AB
üyeliğinin Cumhurbaşkanı Erdoğan sonrasının konusu olduğunu
söylemiş. Görünen o ki, Oettinger, Erdoğan yönetimindeki
Türkiye'nin AB'ye giremeyeceğini ima etmeye çalışmış.
Diplomatik nezaket kurallarına pek uygun bir cümle sayılmaz bu.
Üstelik sehven de değil, çünkü ilk değil; Shultz'un Erdoğan'ı
muhatap kabul etmedikleri açıklamasından tutun, sabık İngiltere
Başbakanı Cameron'ın Türkiye'nin AB üyeliği için üçüncü binyıla gün
vermesine, bu tavrın daha toplumsal gözüken diğer ayağı olarak;
İsveç ve Avusturya havaalanlarındaki rezaletlere dek, dozu gittikçe
yükselen kasti bir kabalıkla yüz yüzeyiz. Üstelik sadece bu da
değil; Avrupa'nın hemen her yerinde Türkiye hakkında gerçeğe
ilişkin yanlış bilinçlendirme kampanyaları yürütülüyor.
ABD'ye gelince; hem Erdoğan'a yönelik tavrını açıktan gösterdi ve
göstermeye devam ediyor, hem de zaten ikinci dünya savaşından bu
yana Avrupa'dan kritik konularda yükselen hemen her sesin asıl
çıkış yerinin Atlantik olduğu bir sır değil.
Batı dünyasında Erdoğan'a karşı politik bir dil kuruluyor.
Sözlerden, jestlerden, tavırlardan, davranış biçimlerinden oluşan
bu dil, bir söylem olarak ilmek ilmek örülüyor. Amaç, sadece Batılı
vatandaşın değil, Türklerin de Erdoğan hakkındaki anlama, kavrama
ve eylemelerini negatif yönde örgütlemek…
Dolayısıyla Oettinger'in, Erdoğan Türkiye'nin lideri olarak
kaldıkça Türklerin AB vatandaşı olamayacağını ima ettiği politik
sözleri, sadece Batı'nın Erdoğan karşıtlığında geldiği delirme
noktasını göstermiyor, bu laflarla Türk vatandaşları da hem hizaya
çekiliyor, hem de tehdit ediliyor. Türklerin Erdoğan'ı AB yolunda
bir engel ve Türkiye'nin sırtında bir yük varsayması isteniyor. Aba
altından sopa göstererek “Aksi takdirde AB vatandaşı olma lütfundan
mahrum kalırsınız” deniliyor.