Zarifoğlu, “ne çok acı var” cümlesiyle başlamıştı, sonradan
“Yaşamak” adıyla kitaplaştırılacak günlüğüne. O'ndan ödünç
kelimeler alarak başlamak isterim ben de bu yazıya: “Ne çok acı
var…”. “Ruhumuz dar bir şeridin içinden sızılarla geçiyor…”.
Çünkü, hala çok acı var. Üstelik, bana öyle geliyor ki, o zamandan
bu yana o acılar hiç azalmadı ama arttı, katmerlendi, koyulaştı.
Türkiye, uzun bir süredir bir acı tünelinin içinden geçiyor. Her
bir adımda, her harekette, her yol alışta bir başka acıyla yüz yüze
geliyor. Geride bıraktığımız Gezi Parkı ayaklanması da, FETÖ'cü
17/25 Aralık süreci de, darbe denemesi de, ramak kalınmış ekonomik
kriz de, Suriye'de 5 yıldır yaşanan savaş da, Rusya-Esed-İran
üçlüsünün masumlara uyguladığı sekteryan vahşet de toplumun kahir
ekseriyetinin hassas olduğu ve ama o yolla ama bu yolla tepki
gösterdiği olaylar/durumlardı.
Ama bunlar içinde en şiddetlisi hep asker ya da polis gencecik
insanlarımızı, tek kabahati yanlış yerde yanlış zamanda bulunmak
olan sivilleri kaybettiğimiz terör eylemleri oldu. Hala öyle, maruz
kaldığımız her bir terör eylemi, toplumun çoğu için, o ateş kendi
evine düşmemiş olsa bile saf acının tadımı gibi… Üstelik terör,
giderek daha sık vuku bulmaya; canlı bombalar giderek daha çok
sayıda canımızın aramızdan ayrılmasına sebep olmaya başladı. Ama
her seferinde acı toplumda neredeyse ortaklaştı, bir nevi
kamusallaştı.
Son olarak Cumartesi günü Vodafone Arena stadının önünde patlayan
ve 44 insanımızı hayattan koparan terör eylemi de, yine bu ülkede
yaşayan çoğunluğun kalbine derin bir keder saldı, tüm Türkiye'yi
isyan ettirdi. Bakmayın, sosyal medyada çıkıntılık yapmaya, güya
muhaliflik oynamaya kalkışan ve rezil olup oturduğuyla kalanlara…
Türkiye acıda ortaklaştı. Acı kamusallaştı.
Elbette bu ifadeleri “kanıksamak” bağlamında kullanmıyorum, bu
mümkün değil. Bu durumun bir “teselli” olma ihtimali de imkan
dahilinde değil, zira ateş sadece düştüğü yeri yakmıyor artık,
düştüğü yerden çoğalarak halkalanarak genişliyor ve tüm Türkiye'ye
sirayet ediyor… Terör eylemlerinin amacı, dehşet oluşturmak, panik
yaratmak, halkı yılgınlığa ve bezginliğe düşürmek, ortak
psikolojiyi yıkıma uğratmaktır. Uzun süredir kimsenin yılgınlığa
düşmediği, panik olmadığı, sadece ağırbaşlı bir kederde birleştiği
göz önüne alındığında terör örgütü PKK, amacına tam olarak, sahiden
ulaşıyor mu, pek sanmıyorum doğrusu…
Öte yandan, içinde bulunduğumuz şartlarda terörün nasıl çözüleceği
meselesi var. Doğrudur, sürekli tekrarlandığı gibi terör örgütleri
küresel egemen güçlerin maşasıdır. Bir ülkeyle görülmek istenen
hesap genellikle terör örgütleri kullanılarak dürülür. Doğrudur,
PKK da, yerli dinamiklerle ortaya çıkmış bir yapı olmasına rağmen
gelinen noktada artık açık biçimde Atlantik ötesinin bir
manivelasıdır; örgütün üyeleri Avrupa Birliği sınırları içerisinde
neredeyse açık biçimde taltif edilmektedir.
Doğrudur PKK'nın artık içinden çıktığı Güneydoğu'daki Kürtler
nezdinde bile meşruluğu tartışmalıdır. Nitekim kırmızı ışıkta
beklediği anda teröristlerin bombalı aracı patlatması sonucu
hayatını kaybeden Diyarbakırlı şoför Velat Demiroğlu'nun
cenazesinde yükselen “biz kan istemiyoruz, bizi savunmasınlar, bizi
öldürmesinler” ağıtları, ondan önce Selahattin Demirtaş'ın hendek
operasyonlarına karşı yürüme çağrısı, O'nun ve diğer HDP'lilerin
tutuklanması esnasında hiçbir protesto eyleminin yapılmaması,
sözünü ettiğim durumu apaçık ortaya koyan birer
gösterendi.