İlber Ortaylı’nın bir videosuna rastladım sosyal medyada; o her zamanki –sevimli de bulduğum– tanrılar katından lutfedip biz fanilere sesleniyor üslubuyla, Türkiye’deki Amerikan budalalığına veriştiriyordu. “Liseyi bitiren çocuğu ABD’ye yollamayın, taze fidandır, hele bizimkiler tam taze fidandır, 18 yaşındaki bir Türk çocuğu yetiştirme tarzımız dolayısıyla bir ahmaktır henüz” diyor, Avrupalıların ABD’ye gittikleri için övünmediklerini anlatıyor; Avrupa’dan ABD’ye göç etmenin çok uzun zaman muvaffakiyetsiz insanların, alt tabakanın işi olduğunu söylüyordu. Ortaylı’nın “Türkiye’de koca koca mevki sahibi insanlar Green Card aldık diye övünüyorlar, ne ayıp şey ya, sen amele misin?” cümlesi ise büyük alkış alıyordu salondan.
İlber Ortaylı’ya katılmamak mümkün değil; Türkiye’de göz ardı edilemeyecek derecede yoğun Amerikan hayranlığı var. Çocuğuna ABD’de –hele de Kuzeydoğu şehirlerden birinde– lisans eğitimi aldıran ya da en azından master doktora yaptıran, direkt olarak “beyaz türk” statüsüne geçmiş oluyor. Thanksgiving ya da Christmas tatilini New York’ta geçirmek klas olma göstergesi; yaz tatilinde de Miami sahillerinde poz vermek zenginlik belirtisi. İngilizce bilmek eskiden “hava atma” aracıydı; artık değil; ama yılda iki kez, hadi o değilse en az bir kez ABD’ye gidebilmenin Türkler arasında hala yeterince forsu var diyebiliriz. Sırf Green Card’ın çekilişle verilmesi bile başlıbaşına “sizi ödüllendiriyoruz” duygusu verdiği ve o kartı alanla veren arasında bir hiyerarşi yarattığı halde, Green Card almayı üstünlük vesilesi haline getirenler hala mevcut.
Sahiden sadece 18 yaşını henüz bitirmiş Türk çocukların lisans eğitimlerinin değil; sadece Türkiye bile değil, Doğu ve Güney’in gelişmekte olan tüm ülkelerinin Müslüman çocuklarının da lisansüstü eğitimlerini başta ABD ve İngiltere olmak üzere Kuzey Batı ülkelerinde alması, –bence– tartışmalı sonuçlar doğuracak. Çünkü; hem ABD hem de İngiltere’de yüksek lisans ya da doktora öğrencileri –sosyal bilimlerden söz ediyorum– kendi ülkelerini, kendi içinden çıktıkları toplumları çalışırlar. Bu, şu demek oluyor; bir sosyologsanız Amerika’da Amerikan sosyolojisi değil, Türk sosyolojisi çalışırsınız; bir Müslümansanız Divinity çalışmanız İslam üzerine olur, başka bir inanış üzerine olmaz.
Öğrenci için kolay olanı elbette budur ama en sağlıklısı bu mudur, tartışılır, çünkü sonuçta amaçlanan bu olmasa bile; ABD’de eğitim aldığınız üniversiteye kendi köklerinizle ilgili, detaylı bilgi, görgü, yaşam tarzı, gelenek aktarımı yapmış olursunuz. Dolayısıyla milliyetçilik duygularınız ağır basıyorsa ve biraz da komploculuğa meyilliyseniz Türk öğrencilerin Batı’da eğitilmesini doğru bulmamak konusunda Ortaylı’yı sollayabilirsiniz.
Ortaylı’nın Avrupalılar konusundaki tespitleri de kolayından itiraz edilebilecek türden değil; Avrupa ülkelerinden herhangi birinin vatandaşı olanlar; Amerika’ya gittiklerinde en fazla kıtanın, insanların, arabaların, gökdelenlerin büyüklüğüne şaşırırlar. Onların ilgisini çeken en önemli şey devasalıktır; sonra evlerine dönerler; evlerine döndükten sonra da hayran hayran ABD’yi anmazlar. Oysa Amerikalılar için Avrupa incelmişliktir. Hollywood dizilerinden, filmlerinden de aşina olunabileceği gibi; hemen her Amerikalının hayalinde bir gün “Paris”e gitmek vardır; ayıla bayıla tatil planları kurdukları minimal Avrupa şehirleri bir tür uhrevi tapınaktır, Londra da öyledir; Milano da, Roma da.
Çünkü Avrupa onlar için süzülmüşlüğün, köklerin, elegan olmanın, zarafetin temsilidir. Nitekim ABD, ilk dönemlerde Britanya yönetimi altında bulunmuş, sonra bağımsızlık savaşı vererek özgürlüğünü kazanmış bir ülke olduğu için; sömürenden özgürleşmiş her sömürge gibi; ana ülkeden bağımsızlığını kazanmış her yeni ülke gibi; o eski “sahip”e hep bir parça hayrandır. Oysa Avrupalılar, hele ki snob İngilizler, hele ki kendini beğenmiş Fransızlar ABD’yi değilse de, ABD’nin kültürünü içten içe küçümser.