Bu ülkede, Atatürkçüler, Kemalistler ve çoğu ulusalcı onyıllar
boyunca –bazıları için bugün de geçerli olmak üzere- şuna inandı:
TSK, Atatürk Türkiyesinin; çağdaş, laik ve modern Türk toplumunun
sigortasıydı. Ordu, gericiliğe karşı emniyet sübabıydı. Rejim
bekçisiydi.
Bu inanışta, Anadolu'nun tehlikede olan bağımsızlığını geri
kazanmasını sağlayan ve Kurtuluş Savaşı'nda düşmanla göğüs göğüse
çarpışanın Türk askeri olduğu gerçeği kadar; Atatürk'ün
askerlikten/subaylıktan geliyor olması da etkiliydi. Bu iki unsur,
Cumhuriyet tarihi boyunca TSK'nın ederini Batılı modern
demokrasilerde olduğundan/olması gerekenden hep daha üst bir
seviyede tuttu. Ordu gözbebeğimizdi. Bu yüzden Türkiye'nin en
değerli arazileri, en geniş imkanları ve ayrıcalıkları Askeriye'ye
tahsis edildi. TSK onyıllar boyunca siyaset kurumunu belirleyemeye
kalkışacak denli (son örnek 27 Nisan muhtırası) büyük bir özgüvene
sebep olageldi.
Ama bundan dolayı sadece orduyu eleştirmek yanlış olur; zira bu
fazla şişmiş özgüven biraz da siviller tarafından pompalandı.
Ordunun “modern Türkiye'nin bekçiliği” işlevinin; yönetici
kesimler, kanaat önderleri, üst bürokrasi ve ekonomi eliti
tarafından da; “darbe iyi değil ama yaşam tarzımız tehlikeye
düşerse…” şeklindeki şerh görünümlü rasyonelleştirmeyle
meşrulaştırıldığı için çok güçlü bir sivil destek ayağı vardı.
Dolayısıyla, ordu için dış düşmanla savaşmak ne kadar görevse,
rejimin iç düşman bellediğiyle savaşmak da o kadar görevdi. Yerine
getirmediğinde “kağıttan kaplan” olmakla itham edileceği derecede
derin bir mecburiyetti. Türkiye'nin geçirdiği onlarca darbeden,
defalarca atlattığı darbe tehlikesinden sonra bugün bile ordunun
yaşam tarzını korumak gibi bir görevi olduğuna inanan hatırı
sayılır bir kitle var… Şaka değil, yüz yüze tanıdığım, sevip
saydığım insanlar arasında bile var…
Oysa darbeler muasır medeniyetlere özgü değildir.
Laikliği darbeyle koruma fikri; Atatürk'ün Batıcı, modern
amaçlarına bağlı kalma yemini etmiş Türkiyeli aydınların; ne
demokrasinin, ne de Batılı ya da modern olmanın künhüne varamamış
olduklarının delilidir. Bu, olsa olsa sömürge aydını düşüncesidir.
Bir kez daha malumun ilamı; darbelerle laiklik korunmaz. 2016
yılında bile askerin sivile nizamat verdiği ve bunun bazı siviller
tarafından hoş karşılandığı toplumlar da kendilerinin ilerici
hedefleri olduğunu filan savlayamaz.
Dolayısıyla, 15 Temmuz darbe girişimi, eğer bir hayra vesile
olduysa, o hayır; TSK'nın yapısının demokratikleştirilmesine;
ordunun bir Batı demokrasisinde olduğu gibi siviller üzerinde
vesayet odağı olmaktan çıkarılmasına yönelik düzenlemelere neden
olmasıdır.
Düzenlemeler şu kalemlerde yapıldı: Kuvvet Komutanları Milli
Savunma Bakanlığı'na bağlandı. Askeri Şura'nın üye yapısı
değiştirilerek seçilmiş siyasetçilerin üye sayısı arttırıldı, YAŞ
kısmen sivilleştirildi. Cumhurbaşkanı ve Başbakan'ın gerekli
gördüklerinde Kuvvet Komutanları ve bağlılarına doğrudan emir
vermesi ve bu emirlerin herhangi bir makamdan onay alınmaksızın
yerine getirilmesi karara bağlandı. Harp Akademileri kapatıldı. Bu
okulların görevini icra edecek, Milli Savunma Bakanlığı'na bağlı,
Milli Savunma Üniversitesi kurulmasına karar verildi. GATA başta
olmak üzere askeri hastaneler Sağlık Bakanlığı'na bağlandı.
Jandarma ve sahil güvenlik teşkilatlarının personel ihtiyacı için
Jandarma ve Sahil Güvenlik Akademisi kuruldu.
Bütün bunlar, askerin Türkiye'deki ayrıcalıklarını, siviller
karşısındaki üstünlüğünü kaybetmesi anlamına geliyor, olması
gerektiği gibi…
Bu düzenlemelere yönelik iki eleştiriye gelince; bunlardan ilki
yapılan değişikliklerle askerin zayıf düşürüldüğü ve bu durumun bir
savaş ihtimalinde acziyete sebep olacağı öngörüsü… Aslında askerin
asıl acziyeti; onca önleme bariyerine, onca korunma refleksine,
onca sıkı denetime rağmen FETÖ'cülerin içine sızabilmesine neden
olacak kadar korunaksız olmasıymış bence… TSK steril kalmak uğruna,
İmam Hatiplileri ve diğer lise mezunlarını halkanın dışına attıkça,
halkın çocuklarına sırt döndükçe; CIA destekli yabancı bağlantılı
FETÖ'cülere –istemeden de olsa- alan açmış meğerse… Belki aksini
yapmanın, yani toplumun tüm kesimlerinden vatandaşların orduda yer
alabilmelerinin zamanıdır ve böylesi daha güvenlidir.