Bir ya da iki hafta önce rastladım ilk olarak o videoya; herhalde birilerinin bir yerlerden çıkarıp sosyal medyaya koymasının nedeni 1 Şubat’ın onun ölüm yıldönümü olmasıydı. Videoda kendisine soru soran İngiliz muhabirin yüzüne, İngilizlerin dostumuz olmadığını söylüyor; bunu yaparken takındığı özgüvenli ama nazik üslubuyla muhatabını bir kez de hal diliyle altediyordu. Sadece bu da değil, Türklere Barbar diyen Fransıza, Türk parası üzerinde basılı bulunan ilim ve sanat insanlarını göstererek Fransız parası üstündeki askerlerle kıyasladığına yönelik anekdot da, onun hoş ve zarif üslübunu tescilliyordu.
Barış Manço’dan bahsediyorum; o bir yanı derviş, bir yanı çocuk olan; bir tarafı doğuya bir yanı batıya bakan; bir ayağı Anadolu’da bir ayağı dünyanın dört bucağında olan sanatçılarımızdan. Dile kolay 20 yıl olmuş göçeli, hiç düşünmemişim ardından; ekranda görünen imajı dışında nasıl biri olduğunu hiç merak etmemişim.
Bana göre, küçüklüğümüzde TRT’de izlediğimiz Adam Olacak Çocuk’un sunucusu olan; farklı görünüşlü, şaka gibi bir adamdı. Dünyayı diyar diyar gezen ve çocuklara yönelikmiş gibi gözüken şarkılar yapan bir ünlüydü sadece. O mimikleri ve el-kol hareketlerini nasıl o kadar seri yapabildiğine şaşırdığım; çocuk aklıyla çok ve hızlı konuşmaktan yorulup yorulmadığını düşündüğüm garip biriydi işte Barış Manço.
O dönemlerde kafanızda onu bir yerlere oturtabilmeniz zordu doğrusu, bir de uzun saçlıydı; o zaman bana garip gelen bıyıkları vardı; eh o aykırı stil, o dönem erkekler arasında pek moda sayılmazdı; dolayısıyla çocuklukta onunla bağ kurabilmiş miydim bilmiyorum ama programlarını tıpkı Susam Sokağı gibi hiç sektirmeden izlediğimi hatırlıyorum. Sonradan “Bıyıklarımı Göktürklerden, uzun saçlarımı Oğuzlardan aldım” dediğini öğrendiğim Barış Manço’nun biri Doğukan, diğeri Batıkan olan çocuklarının isimleri kendi durumunu da özetliyordu aslında: o hem doğuydu hem batı; hem yüzde 100 Anadoluluydu, hem de dünyanın diğer kültürlerini tanımanın peşinde bir modern gezgindi; hem Göktürkler ve Oğuzlardan feyz alıyor; hem de elinde gitarıyla Batılı tarzda Rock Müzik yapıyordu. Kimliğini sanata; kişisel özelliklerini avantaja ve verime dönüştürmeyi başarmış biriydi.
Ölümüne bütün Türkiye günlerce yas tuttu; aradan 20 yıl geçtikten sonra bile hâlâ özlemle, kayıp addedilerek yad ediliyor Barış Manço. Bana da hakkında yazmak ölüm yıldönümünün üzerinden bir ay geçtikten sonra, bugün yazmak nasipmiş diyeceğim ama aslında günü yok, saati yok Barış Manço’yu hatırlamanın, zira şarkıları ölmüyor, eskimiyor, kıymetini yitirmiyor, kaybolup gitmiyor; radyoda bir anda karşınıza çıkıyor; çıktığında da fark ediyorsunuz ki hala severek, keyifle, lezzetle dinleniyor.
Ona modern Nasreddin Hoca, Karacaoğlan, Evliya Çelebi diyenler haklı; bir yanı hikmetli; bir yanı komik gibi gözüken; bir yanı romantik bir yanı gerçekçi bir sanatçıydı Barış Manço. Şarkıları da aynı şekilde… Mesela Domates Biber Patlıcan, mesela Arkadaşım Eşşek ya da Ayı, Sarı Çizmeli Mehmet Ağa, Kul Ahmet’in Ceketi ya da Süper Babaanne… Daha ilginç olanlar Müsadenizle Çocuklar, Anahtar, Lahburger, Osman, Zehra… Bunlar, hem sözler hem de müzikalite açısından ne kadar sıradışı gibi gözükse de hoş bir ritmi olan ve dinleyenin muhakkak ilgisini çeken şarkılarken; romantik besteleri da kalitesiyle onyılları aşıp geliyor, radyoda kulağınıza değdiği anda kalbinizi yakalayabiliyor. Ama yapış yapış romantizm batağına düşmeden; insanı aşktan soğutan ajitasyon diline savrulmadan akan, gururlu ve onurlu bir sevgi dili Ondaki… İnceden çağıldayan ama kulaklarınızı da rahatsız etmeyen bir ırmak gibi… Gülpembe nasıl unutulabilir mesela, ya da Can Bedenden Çıkmayınca, Kara Sevda, Kol Düğmeleri, Anlıyorsun Değil mi, Ben Bilirim…