Referandum gecesine mühür tartışması damga vurdu. Hayırcıların
iddiasına göre, bazı sandıklarda mühürsüz pusula ve zarflar
kullanılmıştı ve bu şekilde olan oy sayısı tam 2.5 milyondu. Aynı
kesimden daha da ileri giden bazı gruplar ise, bu 2.5 milyon oyun
tamamının Yüksek Seçim Kurulu'nca basılmamış, sahte pusula ve
zarflarla sandıklara atıldığını dillendiriyordu. YSK bunu derhal
çürüttü, çünkü pusula ve zarflarda filigram vardı ve YSK'nın
basmadığı kağıtlar ayırt edilebilirdi. Sahte oy iddiası
çürütüldü.
Mühürsüz zarf ve pusulaların geçerli sayılmasına gelince, YSK
milletin iradesinin tecellisi için mühürsüz de olsa filigramlı olan
yani YSK'nın bastığı ve vatandaşın legal bir şekilde seçimini
yaptığı pusula ve zarfları geçerli sayacağını ilan etti. Nitekim,
emsal kararlar daha önce de alınmıştı. Sandık görevlilerinin, ya
aymazlıktan ya da hainlikten dolayı yerine getirmediği sorumluluğun
bedelini neden o gün kalkıp sandık başına kadar gitmiş ve
vatandaşlık görevini yerine getirerek oyunu kullanmış olan vatandaş
ödesindi ki… Sonuçta ne pusulalar ne de zarflar sahteydi,
vatandaşın verdiği oy da gerçekti.
Ama Hayırcılar ve bu kesimin başını çeken CHP, mühür prosedürünü o
kadar büyüttü ki işi seçimin iptalini istemeye kadar vardırdı. O da
olmadı, -her ne kadar sonradan çark edecek olsa da- Meclis'ten
çekilmeyi, sine-i millete dönmeyi gündeme getirdi. YSK, seçimin
iptal talebini reddetti ve her zamanki gibi hiçbir şey olmadı,
sadece CHP'nin ortaya attığı ve bazı muhaliflerin köpürttüğü, geri
kalanının da inandığı iddialarla, seçimlere “şaibeli” bir görüntü
verilmiş oldu. Seçim güvenliğine gölge düşmüş gibi gözükmesi de,
hem dünya basınında hem de AK Parti muhalifleri nazarında
kabullenildi.
Oysa, CHP ve AK Parti'ye muhalif kesimlerin kanaat önderleri bunu
ilk kez yapmıyor, görünen o ki, CHP seçim kaybetmeye devam ettikçe
son da olmayacak.
Baştan başlayalım: 2002 yılından bu yana, AK Parti hem genel, hem
de yerel seçimlerde sandıktan firesiz şekilde birinci parti çıktı,
7 Haziran dışındaki seçimlerin tamamında da tek başına iktidar
olacak oy oranını yakaladı. CHP ise her seferinde kaybetti.
Kaybetti kaybetmesine ama her defasında, tabanını da hem
iddialarına inandırarak, hem de mobilize ederek yenilgiye bir kılıf
bulmayı başardı. Başlarda bunu, Erdoğan'ın “dini siyasete alet
ettiği” iddiasıyla açıklıyorlardı. Sonrasında ise, AK Parti
seçmenine “makarnacılar, kömürcüler”, “halkımız cahil”, “dağdaki
çobanla benim oyum bir mi?” diyerek toplumun kahir ekseriyetine
rüşvetçi, gerizekalı muamelesi çekerek başarısızlığa kılıf bulma
yoluna gittiler. Ancak, halkı aşağılamak CHP'ye oy filan
getirmediği gibi, özünde bulunan Kemalist statükocu damarı da kabak
gibi ortaya çıkarıyordu. Bir dönemler dini siyasete alet etmekle
suçladıkları Erdoğan'ın aksine, Kılıçdaroğlu ve CHP'liler
“çarşaflılarla poz verme”, “başörtülülere üyelik rozeti takma”
görüntüleriyle medyada görünmeye başladılar. Bu arada “görüntü
vermek” için bile olsa dindarlarla yakınlaşma manzaralarına
tahammül edemeyen katı Kemalist isimlerle bir bir yollarını
ayırdılar. Artık halka hakaret etmenin kendilerine hiçbir şey
kazandırmadığını anlamış gibiydiler. Ama yine de seçim kaybetmeye
devam ediyorlardı. Başarısızlıklarını, hem toplumu hor görme
yanlışına düşmeksizin, hem de rakipleri olan AK Parti'nin
başarısını görünmez kılacak bir argümanla açıklamak
durumundaydılar. FETÖ ortaya çıkıp, CHP'yi evirip çevirmeye
başlayınca, eşzamanlı olarak Erdoğan'ın Batı'daki popülerliği de
yara alınca, eh vicdan da olmayınca, onları tutacak hiçbir şey
kalmadı.
Normal şartlarda, gözümüzle görsek bile, birine yöneltmeden önce
bin kez filan düşüneceğimiz “hırsız” gibi korkunç laflar, o
dönemden sonra kamusal alanda serbestçe kullanılmaya başlandı,
giderek dillere pelesenk oldu. Kanıtlanmaya ihtiyaç bile
hissedilmeyen “oylar çalındı” iddialarının başlangıç tarihi de aynı
zamana rastlar. Son birkaç seçime bakın, sandıktan koalisyonun
çıktığı 7 Haziran dışında, “oylar çalındı”, “elektrikleri
kestiler”, “seçim yapılan okulların önünde plakasız araçlar
duruyordu”, “evet basılmış mühürsüz pusulaları okullara sokarak oy
hırsızlığı yaptılar” laflarından biri ya da birkaçıyla atmosferi
zehirlenmeyen neredeyse hiçbir seçim yok.
Üstelik “müddei iddiasını ispatla mükelleftir” ilkesi bunlara asla
işlemiyor. Kaybettikleri, sonuçlardan memnun olmadıkları,
Erdoğan'ın ya da AK Parti'nin kazandığı her seçimde; “şaibeye
inanmaya dünden razı bir kitlenin kucağına”, seçimlerde şaibe
olduğunu düşündürtecek argümanlarını “köpürtülmek üzere” bırakıyor
ve ortalığı karıştırıyorlar. Birkaç gün mızmızlık ettikten sonra da
eski hallerine dönüyorlar. Sonra mı? Sonrasında seçim gündemden
düşüyor ve bunlar da bir sonraki seçime kadar yan gelip yatmak için
zaman kazanmış oluyorlar.