Ünlü fotoğraf sanatçısı Ara Güler’in cenazesinde alkış yapan grubu “burası kilise burada alkış olmaz” diye uyaran Papaz, geçtiğimiz hafta oldukça konuşuldu. Bunun sebebi şimdiye dek hemen tüm Teşvikiye cenazelerinde görülen ve ahiret hayatına, ölüye, ölüm gerçekliğine bir parça da olsa, inancı ve saygısı bulunan herkes tarafından homurdanarak, yüz ekşitilerek geçiştirilen rahatsızlığın, ilk kez bir din adamı tarafından ifade edilerek tescillenmiş olmasıydı.
Doğrudur, bu “saygıya davet” uyarısı, bir Teşvikiye cenazesinde bir imam tarafından daha önce hiç dile getirilmedi, ama zaten getirilseydi de o imam büyük ihtimalle lince uğrardı. Papazdan uyarıyı alan “alkış aydınları”, “ışıklar içinde uyusun” entelektüelleri ise, ilk anda şoktan sıyrılıp da çıngar çıkaramadı; zira uyarıyı yapan kolay lokma olabilecek bir imam değildi, bir papazdı.
Bizdeki tuhaf laik Kemalist aydınlanmacılık anlayışı için Doğu’ya ait olan ne varsa kötü ve aşağılanası, Batı’ya ait olanlar ise iyi ve hayran olunası olduğu için; İmam olsa topyekün girişilecek acımasız saldırı, Papaz için devreye sokulamadı.
Aslında elbette Batı’da da aydınlanma, rasyonelleşme, bireyselleşme, modernleşme dönemleri sonrası Hristiyanlık büyük ölçüde gözden düşmüş olsa da, bizim öykünmeci, aşağılık kompleksli aydınlarımız için hala, Batılı kökleri olan bir inanış olduğu için muteberdi. Türkiye topraklarında İslam şeytanlaştırıldı ama Hristiyanlığa bu yapılmadı. Son tahlilde, elbette laik Kemalist aydınlarımızın hepsi dinlere karşıydı ama, İslam’a karşı gösterilen açık iğrenme, Batılı kökleri olması hasebiyle Hristiyanlık’a reva görülmedi.
Bir süredir Teşvikiye’den kalkan, yazar, çizer, oyuncu, sanatçı cenazelerinde gördüğümüz ve hiç dile getirilmemiş olsa da, toplumun bazı kesimleri tarafından yadırganan alkışlama eylemine gelince; bu tuhaf durumun iki farklı nedenden kaynaklandığını düşünmekteyim. İlki sekülerizm, ikincisi ise ölüm gerçekliğini reddetme ya da görmezden gelme çabası.
İlki sekülarizm anlayışı, çünkü Cumhuriyet devrimlerindeki “dini devlet işlerinden ayırma” ilkesi bizde dini tamamen hayattan çıkarmak gerekliliği olarak algılandı, öyle işlem gördü. Dolayısıyla, bir cenazeye katılan ve merhumun ruhu için bir Fatiha okumayı kendine yakıştıramayan, bunu ontolojik bir çelişki gibi algılayan, öyle hisseden Cumhuriyet aydını ya da ilerici entellektüel, manevi bir ortam olan cenazede içine düştüğü maneviyat boşluğunu alkış tutarak kapatmaya başladı.