Her şey bir gün içinde oldu. Önceki gün akşam saatlerinde Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Başbakan Davutoğlu'nun Olağan Görüşmesi'nden AK Parti için Olağanüstü Kongre kararı çıktı. Ertesi gün, yani dün sabah da AK Parti MYK'sında Kongre tarihi 22 Mayıs olarak belirlendi; ardından Başbakan kameralar önüne çıkıp veda konuşmasını yaptı. Ve her şey bitti, Davutoğlu Başbakanlığı bırakmış oldu.
Davutoğlu'nu çok fazla tanıdığımı söyleyemem. Yıllar önce, o dönem Başbakan olan Erdoğan'ın eşi Emine Erdoğan'ın Myanmar'a yaptığı bir geziye Dışişleri Bakanı olarak eşlik ettiğinde görme imkanı bulmuştum onu ilkin. Davutoğlu'nun, o dönem ilk kez Türk heyetinin girebildiği Arakan'da Müslüman kardeşlerimize sarılıp gözyaşı döktüğünü çok net hatırlıyorum. Bir de, 1 Kasım seçimlerinde TVNet'e verdiği bir röportaj öncesi, bazı Yeni Şafak yazarlarıyla bir araya geldiği toplantı sırasında konuşmasını dinleyebilmiştim.
Dolayısıyla “tanıdığım Davutoğlu” başlığı altında söyleyebileceğim bir şey yok. Onu uzaktan izlerken ise, Cumhurbaşkanı Erdoğan'la olan ve dönem dönem su yüzüne de çıkan fikir ayrılıkları hakkında herkes her şeyi söylerken, ne sosyal medyada ne de bu sütunlarda bir tartışmanın tarafı olmamaya gayret ettim. Zira bu tür bir çatışmanın kamuoyu önünde deşifre edilmesini ülkenin hayrına da, felahına da uygun bulmuyordum.
Yok muamelesi yapmakla yok olurmuş gibi, görmezden gelince görünmez kılınırmış gibi…
Davutoğlu, dün öyle yapıcı bir veda konuşması yaptı ki; uzun bir süre Cumhurbaşkanı ile senkronizasyon sağlayamadığı, temel ve acil konularda fikir ayrılığına düştüğü ve bunun da Türkiye'nin hızını kestiği yolunda kendisini eleştirenlerin bile olumlu yaklaşımını kazanabildiğini sanıyorum. Ki, bırakın iktidar olmayı, muhalefetteyken bile bölünmelere ve kavgalara doyamayan siyasi aktörlere ders gibiydi Davutoğlu'nun vakur vedası.