Artvin Cerattepe'de çıkarılmayı bekleyen 17 milyon tonluk bakır
madeni var; ama Artvinliler madene itiraz ediyor, eylem yapıyor,
bölgeye kimseyi yaklaştırmıyor. Twitterda, DirenCerattepe,
GeziSeninle, AKPkatliamı, ErdoganRezaleti türevi hashtagler
açılıyor; gazetelerde “Artvin Serhildanı” başlıkları atılıyor;
CHP'li HDP'li vekiller bölgeye konuşlanıyor. Sanki yeni bir
Gezi'nin provası yapılıyor…
Yüzde yüz oranında dışarıya bağımlı olduğumuz doğalgaz hattı
Kafkasör'e kadar götürüldü mü, bilmiyorum ama eğer evlerde doğalgaz
kullanılmıyorsa; Artvin'i bilen bilir; dağlıktır; yaylalardaki
ahali tıpkı eskiden yaptığı gibi; ormanlardan odun kesip kuzine
sobasında yakıp, hem ısınıp, hem yemek pişiriyordur.
Bölge, Hopa'sından Şavşat'ına dek sol eğilimlidir ve bu insanların
AK Parti projelerine karşı eylem yapması kanaatimce anlaşılır bir
durumdur. Ekranlarda görüntülerini izlediğimiz yaşlı kadın, hem
hükümet karşıtı olduğu, hem de hayvanlarının otladığı meranın
elinden gitmesini istemediği için protestodadır. O maden sayesinde
yüzlerce kişiye iş imkanı sağlanacağını, bakır çıkarılırken siyanür
kullanılmayacağını, heyelan riskinin önleneceğini, madenin
teleferikle Borçka'ya indirileceğini ve bölgeye kesilen ağaçların
üç katı oranında ağacın dikileceğini bilmiyordur belki de. Doğayı
koruma protestosuna barikat hazırlamak için ağaç kesmenin kocaman
çelişkisini de görmüyordur yolun ortasına tomruk istiflemiş
Karadenizli. Olabilir, sorun yok, hatta bu sevimli bile gelebilir
bendeniz gibi Artvinli birine…
Ama Artvin Cerattepe, artık Artvin Cerattepe'den ibaret değil;
eylemler medyada köpürtülüyor; belki ömründe Artvin'i hiç görmemiş
eylemciler bölgeye akın ediyor. Doğan Grubu yazarlarının Gezi
dönemindeki çevrecilik damarı yeniden kabarıyor; Birgün
Gazetesi'nde ağacın faydaları basılıyor kesilmiş ağaçlardan
üretilmiş gazete kağıdına…
Gezi'den bu yana dönem dönem tanık olduğumuz bu hassasiyet iki
temelde yükseliyor; 1- İş kazaları ve 2-Çevrecilik. Bir de sanayi
sonrası toplumlarda giderek popülerleşen protesto vahası olarak
feminizm var, ama feminist protestolarla hükümet devirme, Erdoğan
indirme ihtimali söz konusu olmadığından ülkemizde fazla ilgi
görmüyor bu.
Sentetik bir çevrecilik, sentetik bir emekçi dostluğu var Gezi'den
bu yana. Çünkü elitizmle, toplumun değerlerini küçümsemekle, dine
saldırmakla, başörtülü kovalamakla, sakallı taciz etmekle hükümetin
yıkılamayacağı anlaşıldı; eh “dindarı seviyormuş” gibi yapmaya da
tahammül edemediklerinden, kendilerini işçi-emekçi; doğa-ağaç
sevdasına vurdu “devirmeci grup”. Ve buldukları hiçbir fırsatı
kaçırmıyorlar. Bakıyorsunuz, Soma'da işçiler öldü, inşaatta asansör
düştü, bunlar devrede; bir maden ya da nükleer santral fikri ortaya
atıldı, atanamamış çevreciler eylemde…
Ama özledikleri şey daha yeşil ya da daha eşit bir dünya değil;
Türkiye'nin Erdoğan öncesi döneme geri dönmesi. “Toplumun
lanetlileri”nin, işçi sınıfının ya da doğanın yanında saf
tuttukları için ya da sömürüye karşı genel çıkarlar ve özgürlük
için eylem yapmıyorlar; eylemi son derece kişisel, bencil amaçları
için yapıyorlar.
“Direnmek” kelimesi Paris Komünü'nden bu yana bu kadar sıklıkla
hiçbir ülkede kullanılmamıştır belki de. Ama Türkiye'de asla gerçek
bir Paris Komünü tecrübesi yaşamayı, devrim yapıp düzeni
değiştirmeyi başaramayacaklar. Çünkü “devrimciler”in amaçları
“düzen”in değişmesi değil; hükümetin gitmesi; sınıf mücadelesiyle,
sömürüyle de ilgileri yok; çünkü kendileri bizzat beyaz üst-orta
tabakanın şımarık çocukları…