Bir süredir bir devlet tartışması var Türkiye’de. Daha önce başlayan ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın twitter hesabında yazılı olan “Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı” ibaresinin “Türkiye Cumhurbaşkanı” olarak değiştirilmesiyle devam eden bir tartışma bu. Erdoğan’ın twitter hesabındaki değişiklik, eski rejime, eski devlete, Cumhuriyet’e karşı bir meydan okuma olarak görüldü. Cumhurbaşkanlığı’nın yaptığı açıklamaya göre ise değişiklik, hesabın tanıtım bölümüne AK Parti Genel Başkanı titrinin de eklenmesi nedeniyle yapıldı. Çünkü, twitterda karakter sayısı sınırlıydı. Hesapta, iki titrin bir arada yeralması kısaltma yapılması ihtiyacı doğurmuş ve ortaya bu görüntü çıkmıştı.
Cumhuriyet demek halkın egemenliği demek oysa, halkın oylarıyla 15 yıldır iktidara gelebilen bir liderin ya da o liderin hesabını yöneten ekibin, neden bu Cumhuriyet ibaresini kaldırmak isteyebileceği ayrı bir konu. Nitekim Cumhurbaşkanı kavramı, yer yer hala kullanıldığı şekliyle Reis-i Cumhur, yani halkın reisi anlamına geliyor.
Bu işin ayrı bir vechesi. Tartışmanın şu haklı, bu değil tarafında da değilim; ancak Cumhuriyet’in kurucu ideolojisini savunanların, her muhafazakar iktidar döneminde; “devleti ele geçiriyorlar, değiştirmek istiyorlar, yıkma planı yapıyorlar” şeklinde bir teyakkuz içinde olduğu da bir sır değil. Bu teyakkuz, sözkonusu kitleyi olmaması gerektiği kadar septik, neredeyse şizofren hale getiriyor ve ortaya memleket gündemini –bence- fındık kabuğunu doldurmayacak tartışmalarla işgal sonucunu doğuruyor.
Devlet olması gerektiği gibi, onyıllar içinde ağır ağır değişiyor, dönüşüyor, bu doğru. Ama buna “yıkılmak” denemez. Üstelik “devleti yıkıyorlar” diyenler, bugün devlete karşı en mesafeli duranlar arasından çıkıyor. Hatta, eski düzenin sıkı savunucuları, bugün neredeyse birer devlet düşmanına dönüşmüş durumda. Neden mi sözediyorum, şundan:
Bu kimseler için eskiden “devlet bekası” mühimdi, “Türk devletinin ulusal güvenliği” dendi mi, akan sular dururdu. Türk Devleti’nin “bölünmez bütünlüğü” uğrunda her türlü insan hakkından, özgürlükten, demokratik ilkeden taviz verilebilirdi. Ne başlıklar gördü bu gözler: Cezaevinde açlık grevi yapan mahkumların yanarak ölmesine sebep olan operasyon hakkında atılan “Devlet girdi” başlığı unutulabilir mi? Peki, vakti zamanında aydınların pek azı dışında kalanların Kürtlere “kart-kurt” diyen devlet söylemini yıllar boyunca aynı şekilde gazete sütunlarında, ekranlarda tekrarlamaları… Muhafazakarlar iktidarı devralıp devlet ve uyruklar arasındaki kopukluğu gidermek üzere adım atıp Kürt açılımı yapmaya kalkıştığında ise, kent tabanlı sol-kemalist aydınlar (daha sonra onlara liberaller de katıldı) Doğu’yu ve Kürt gerçekliğini hatırladı.
Ne çabuk unuttuk, bir zamanlar bu ülkede kontr-gerilla haniyse desteklendi, keyfi zulümler görmezden gelindi. Cezaevlerinde işkenceler yapılırken, Kürt çocukları devlet tarafından sırtlarından kurşunlanırken, medya üç maymunu oynadı. Bu kesim, Gezi sırasında ise, güvenlik güçlerinden adeta düşmandan bahseder gibi bahsediyordu. Aynı kesim, MİT TIR'larına çekilen ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin en hafifinden elini zayıflatan FETÖ operasyonunu, “özgür basın” söylemleriyle meşrulaştırmaya girişti. Eskiden olsa, operasyonu yapan kişiler, devletin bekası adına manşetlerden ipe çekilirdi.