Dolardaki aşırı yükseliş, faiz lobisinin bir operasyonu mu yoksa bütün bunlar sadece bir komplo teorisi mi konusu tartışılmaya devam ededursun, kafaları meşgul eden asıl soru ise şu: “Dövizdeki aşırı hareketlilik vatandaşın seçimlerde vereceği oyu etkiler mi?”
Dolardaki yükseliş, Türkiye’nin ekonomisinin durumunu göstermek için tek başına yeterli bir gösterge değil elbette; ama kabul etmek gerek ki bu durum ekonomiyi az ya da çok oranda etkileyen bir karine… Bu durumun, yani dolardaki tuhaf hareketlenmenin 24 Haziran’da sandık başına gidecek seçmen için belirleyici olup olmayacağını şimdiden tahmin edebilmek elbette zor, ama buradan çıkarak o çok velud tartışmaya “siyaset mi ekonomiyi belirler, ekonomi mi siyaseti belirler” tartışmasına kısaca değinebiliriz.
Herkesin bildiği gibi, bu konuda en ünlü görüş Marx’ınkisi: Ona göre ekonomi siyaseti her şekilde belirler. Bu görüşe göre, sadece siyaseti değil, ekonomi, kültürü ve hukuku da belirler. Bu bakış açısında, egemen üretim tarzı ilişkilerinin toplumsal kural ve düzenlemeleri ve aslında devleti de belirlediği düşünülür. Yani kapitalizmin ekonomik altyapısının, hukuksal, kültürel ve bürokratik üstyapının biçim ve içeriği üzerinde neredeyse mutlak bir etkisi olduğuna inanılır. Bu bakış açısına göre, hukukun, bürokrasinin ve hatta devletin, bunların hiçbirinin kendi başına bir karaktere ve tarihe sahip olmadığı, tamamının üretim biçimine göre şekil aldığı düşünülür.
Bu noktadan bakıldığında, dolardaki dramatik yükseliş ve ekonominin eğer sürekli olursa bu duruma fazla direnemeyeceği düşüncesi, tıpkı diğer kurumları belirlediği gibi, seçmenin davranışlarına da yön vermelidir. Seçmen, dolardaki yükselişin bir operasyon olduğuna kanaat getirmişse bile; kararını, bu reel durumun ortaya çıkartabileceği sıkıntıları öngörerek, operasyonun önüne geçmek için bile olsa, rasyonel düşünerek ve önünü görme isteği ağır basarak vermelidir.
Öte yandan ekonominin siyaseti belirlemediğini iddia eden bir karşı tez de var. Bu teze göre de siyaset belirleyicidir. Elit teorisi adı altında toplanan bu yaklaşımın savunucularına göre, devletin seçkinlerce yönetilir ve iktidar değişiklikleri de siyasal gücün bir seçkin grubundan ötekine devrinden başka bir şey değildir. Ekonomi ne devletin, ne hukukun, ne de bürokrasinin belirleyicisi değildir, aksine tüm bunları belirli ölçüde siyaset belirler. Bu yaklaşıma mensup olanlar için, en iyi değilse bile, “en az kötü” devlet biçimi, gücün kötüye kullanımının yasalarla denetlendiği anayasal devlet ya da hukuk devletidir.
Bu yaklaşım, elit ve kitle ayrımını ilk kez sistemleştirmiş, “yönetici sınıf” ve “yönetilen sınıf” şeklindeki tanımlamayı ilk kez ortaya koymuştur. Ekonomi her şeyi belirler diyen ilk görüşün aksine bu görüşe göre, üretim araçlarını elinde tutan sınıf, ekonomik güce sahip olduğu için aynı zamanda siyasal iktidara da hakim olan sınıftır. Bu görüşe göre bütün toplumlar elit ve elit olmayanlar ikiye ayrılır; elitler de yönetici elit yani siyasetçi bürokrat ve yönetici olmayan elit yani aristokrat olarak ikiye ayrılır.