İbrahim Tenekeci'nin yeni şiir kitabını okuyorum bir süredir;
Görmeden Ölmek'i. Okuyorum da değil aslında; gidip gelip dizelerin
üstünde dolaşıyorum, birinden havalanıp ötekine konuyorum ve her
seferinde hepsini çok seviyorum.
O dizeler ki kimi zaman kaderden, bazen ölümden bahsediyor; yeri
geliyor ciddi bir kapitalizm eleştirisine dönüşüp sanayileşmeyi ele
alıyor, modernizmi, giderek yükselmiş binaları, o binalar arasında
sıkışıp kalmış ve mutsuz olmuş yorgun insanları anıyor.
Aynı dizeler, kimi zaman da, dostluğa ve vefaya selam duruyor, şair
kitabında dostlarını, arkadaşlarını tek tek anıyor. Bazen de bir
yol hikayesi kıvamında tabiatın içinden geçiyor. Karapürçek'i
Göynük'ü, Mudurnu Çayı'nı, şimşir ve gürgen ağaçlarını, alıçları ve
ahlatları, dağların tepelerini bir başka seviyorsunuz tertemiz
şiirlerin rehberliği boyunca…
İbrahim Tenekeci'nin şiirleri kolay okunur gibi gözükür, sadedir,
ama tortusu ağırdır. O'nun şiirlerini okumak tuhaf bir atmosferin
içine girmek gibidir, öyle tuhaf ki okuyanın meşrebine/haline göre
değişir, yeri gelir okuyanın kendi halini kendine usulca bildirir.
Yine öyle olmuş, Görmeden Ölmek de tıpkı öncekiler gibi hangi hal
üzer olursanız olun sizi sarıp sarmalamak üzere “tasarlanmış”.