Neredeyse son bir aydır havadan ve karadan bombardımana uğrayan
Halep şehri, taş üstünde taş kalmamış sokaklarıyla, yıkılmış
binaların altından çıkarılan cansız bedenleriyle, ölmeyip de
hayatta kalanların açlıkla kıtlıkla katmerlenen çaresizliğiyle,
dünyanın Christmas için ışıklandırılmış, süslenmiş yüzüne
bakıyor.
O insanların, o şehrin, o ülkenin derdini de, görünen o ki yine
sadece Türkiye ve Türkiye halkı çekiyor.
Evet, biz çekiyoruz. O bölgeyi kan deryasına dönüştürenler;
eylemsizlik politikasıyla Suriye'yi kaosun, öngörülemezliğin içine
atanlar, korkunç katliamların açık hedefi haline getirenler değil;
biz, yani vicdan sahipleri, haksızlığa uğramış bir kişinin ahının
arşı alayı titreteceğine inananlar çekiyor. Halep'in kara kaşlı,
kara gözlü çocukları beyaz kefenler içinde ajanslara düştükçe, biz
kahroluyoruz. Çaresizlikten boğazımıza yumru oturuyor.
Şahsen, yapılan bombardıman sonucunda Halep düşerse, bölgede
stratejik olarak kimin kârlı çıkacağıyla, Esed-Rusya ikilisinin mi,
yoksa koalisyon güçlerinin mi kazanmış sayılacağıyla
ilgilenmiyorum. PKK'ya bölgede alan açılıp açılmayacağı, Trump
liderliğindeki ABD'nin Halep ve Suriye konusunda bundan böyle ne
yapacağı da –doğrusu- zerrece umurumda değil. Bu durumdan İran'ın
elde edebileceği faydalar ve bu faydaların bölgeye getireceği
tamiri zor zararlar da tali ve anlamsız geliyor, ivedilikle önüne
geçilmesi gereken ölümler karşısında…
Umurumda olan tek şey yani, gözlerimizin önünde kadim bir
medeniyetin, derin bir tarihin, daha da önemlisi insanlığın
yokolduğu gerçeği. Bu durumun önüne geçmek için kudreti olanlar
Christmas hazırlıklarıyla uğraşarak elbirliğiyle varettikleri
cesede kesmiş şehire, hatta ülkeye sırtlarını dönerken, bizim
gibiler yani Halep'e kıyılmasının önüne geçmek için yapabilecekleri
kısıtlı olanlar da dua edebiliyor ve farkındalık oluşturmak için
ses çıkarabiliyor sadece…