İran'ın yaptıklarına bakıyoruz hep birlikte. Çoluk çocuk Haleplilerin sınırımıza yakın güvenli bölgeye ulaşması için, binbir emekle açılmış koridora bile saldıran İran'a… Belli ki amacı Halepli tek bir Sünninin canlı kalmaması olan İran'a… Şaşırıyoruz, “din kardeşliğinden”, en azından “Müslüman merhametinden”, hiç değilse “kadına, çoluğa-çocuğa, yaşlıya silah sıkmama insanlığından” bir zerre bekliyoruz ama nafile…
Hepimizi o soru alıyor sonra… İslam içre olduğu düşünülen bir mezhep, İslam kutsallarının hiçbirini tanımamayı gerektirecek bir vahşiliğin meşrulaştırıcısına nasıl dönüşür? İran Şia'sı, sırf farklı bir fırkadandır diye, İslam'ın mensuplarına yönelen bu yok etme taassubunun, öldürme fanatizminin haklılaştırma gerekçesini nereden alır?
İslam'da itikadi ve siyasi, ameli ve fıkhi anlamda pek çok mezhep mevcut. Ama Hristiyanlıktaki üç büyük kilise (Katolik, Ortodoks, Protestan) benzeri bir temel ayrıştırmaya gidilecekse, İslam inançları da “Sünnilik ve Şiilik” diye ikiye ayrılabilir.
Mezhepler mi toplumların kültürü tarafından belirlenir yoksa toplumların kültürü mü mezhepler tarafından etkilenir sorusuna ise gelmiş geçmiş en ilginç ve ünlü cevabı sosyolog Max Weber, Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu kitabında verir. Buna göre, Protestanlık Calvin adlı Papaz'ın öğretisinde somutlaşan şöyle bir ilkeye sahiptir: İnsanlar Tanrı katında arınabilmek ve sonuçta O'nun rızasını kazanabilmek için sürekli çalışmalı ve her türlü dünyevi lüksten kaçınmalıdırlar. Buna “asketizm” yani çilecilik denir. Yani, bir burjuva iş adamı inandığı doğruların sınırları içinde kalabildiği, ahlaki olarak lekesiz varolabildiği ve kazancını kullanırken her türlü lüksten kaçınabildiği sürece Tanrı tarafından kutsandığı düşüncesi ile ekonomik çıkarlarının peşinde koşabilir ve böyle yapmak zorunda olduğunu düşünebilir. Max Weber bu durumun sermaye birikimine, bu birikimin de kapitalizmin doğmasına neden olduğunu söyler. Weber, başlangıçta Protestan ahlakının ekonomik gelişmeyi belirlediğini öne sürer, ama sonradan gelişen kapitalizmin de giderek Protestanlığa yön verdiğini öne sürer. Yani, din başlangıçta bireyi ve toplumu belirler konumdayken, ilerleyen süreçte belirlenen konuma düşer. İşlerin kontrolden çıkması da bundan sonra başlar. Bugün kapitalizmin geldiği noktaya bakınca trajik sonucu hepimiz görebiliyoruz sanırım.