Olaylar şöyle gelişti: Türkiye IŞİD ortaya çıktığı günden bu
yana, Suriye rejimini zayıflatmak amacıyla IŞİD'e destek vermekle
suçlandı. Oysa bu bir algı operasyonuydu.
Bilirsiniz, algı oluşturmak için kanıta ihtiyaç yoktur;
uluslararası güçler ve onlara destek veren yerli muhalifler eliyle
ortaya bir şayia atılır. Bu şayia, bir “ortak inanç” oluşturulana
kadar birden çok sayıda kanal tarafından, onlarca belki yüzlerce
kez tekrarlanarak kanıksanana dek yaygınlaştırılır. Sonunda tamamen
uydurma dahi olsa söylemler ortak kanaatlere, kanaatler inanca
dönüşür. Bundan sonra geçmiş olsundur, inançları değiştirmenin
artık imkanı yoktur.
Türkiye'nin IŞİD konusunda başına gelen şey, tam olarak buydu.
Zira, ABD başta olmak üzere karar verici güçler, binlerce masumu
öldüren ve öldürmeye devam eden Esed rejiminin yok edilmemesi
gerektiğine karar verdi. Bunun için hem Türkiye'nin durduğu ahlaki
zemini ayağının altından kaydıracak, hem de Ortadoğu barışı için
“büyük bir tehlike” görüntüsü verecek bir manivelaya ihtiyaç vardı.
Ne ilginçtir ki, bu manivela ihtiyaç duyulduğu anda bir pıtırak
gibi ortaya çıktı: IŞİD.
Türkiye'nin IŞİD'e destek verdiği tezinin tekrarlana tekrarlana
inandırıcılık kazanması, Türkiye'nin Suriye konusunda uluslararası
güçlere insani/siyasi/ahlaki zeminden yükseldiği için haklılık
içeren uyarılarının hedefe varmasını engellediği gibi; bölgede
PKK/PYD'nin de güçlenmesine ve bu örgütlerin Kürtlerin megalo
ideası olan “Büyük Kürdistan”ı nihayet kurabilecekleri fikrine
kapılmalarına neden oldu.