Bir süredir sadece Türkiye’de değil, dünyada da çok gürültü koparan o kavgayı, taksicilerle UBERcilerin kavgasını izliyorum. Ne yalan söyleyeyim, biraz da acı acı gülerek izliyorum. Zira bu mücadelenin nihai galibinin çoktan belli olduğunu düşünüyorum. Bu çatışmanın, eskiyle yeninin, gelenekselle modernin, teknolojik aletler devriyle konvansiyonel aletler devrinin o kadim çatışmasından çok büyük bir farkı yok çünkü. Kazanacak olan taraf belli, UBER.
Taksicilerin UBER araçlarına saldırmak gibi gereksiz kaba kuvvet gösterilerinde bulunmaları ise, bazı müşteriler tarafından kendilerine yakıştırılan “kaba” imajını tahkim etmekten öte hiçbir işe yaramıyor. UBER, biz istesek de istemesek de kazanacak; çünkü neredeyse asırlık bir tarihi olan, seyahatte klasik olan modeli temsil eden sarı taksilere karşı UBER uygulaması, sadece daha konforlu, belki hızlı ve ucuz bir seyahat vaat etmiyor, aynı zamanda değişimi, yeniliği de temsil ediyor.
Henüz bilmeyenler için önce UBER’in ne olduğuna bakarsak; UBER telefona indirilen bir uygulamanın adı aslında. Uygulamada, seyahat etmek isteyen kişi, kendisinin bulunduğu konumu zaten belirlemiş olan telefonun bir tuşuna basarak, taksi olarak kullanmak üzere kendisine en yakın aracı bulabiliyor. Yolcunun bulunduğu konumu elindeki telefon aracılığıyla öğrenen şoför de, oraya gidiyor yolcuyu alıyor. Yolcular araca binmeden önce, bulunduğu konum ile gideceği yeri uygulamaya girerek yaklaşık ne kadar ödeme yapması gerektiğini de öğrenebiliyor. Bu uygulamaya üye olarak boş zamanlarında aracını taksiye çeviren vatandaşlar da, ek bir gelir elde etmiş oluyor. Dışardan bakıldığında her iki taraf için kazan-kazan formülü gibi gözüküyor.
Öte yandan soru işaretleri de yok değil, örneğin uygulama ilk çıktığında, konum bilgisinin paylaşılmasından tutun, hiç tanımadığınız birinin aracına binme çekincesine dek çeşitli güvenlik kaygıları nedeniyle tartışılmıştı. Ama farklı ülkelerdeki deneyimlerden görüldü ki, UBER araçlar kendi başlarına takılmıyor, seyahat esnasında yolcunun emniyetinin bir yabancının insafına bırakılması gibi bir durum söz konusu olmuyor. Aksine denetleniyor ve her hareket kayıtlanıyor. Ama bu demek değil ki, UBER konusunda içimizin yüzde yüz rahat olması gerekiyor.
Zaten taksicilerin isyanı da gayet anlaşılabilir nedenler içeriyor, söz konusu olan geçim derdi, ekmek parası. Ama bana kalırsa, bu isyan toplumdan da destek bulmayacak gibi gözüküyor. Zira, toplum denen devasa organizma, normalde kendi başına ağır hareketlerle belki onyıllara asırlara yayılan bir hızda dönüşürken, teknoloji sayesinde bu süre yıllara iner. Bu hızdan kimse mutlu olmasa, sözkonusu sürat sosyal hastalıklara sebebiyet verebilecek ölçüde baş döndürücü olsa da; ortada durdurulamaz bir çark vardır ve bu çarka yetişemeyen geride kalır, sınıfta kalır, dünde kalır. Sosyolojik ölçeklere göre, yaşlılığın bir kriterinin de teknolojiyle kurulan ilişki biçimi olması yani, boşuna değildir.
Dolayısıyla, taksilerde kazancın büyük bölümünün sürücüye değil plaka sahibine gittiği, UBER’de ise devlete vergi ödenmediği, ödense bile kazancın büyük kısmının ABD merkezli UBER şirketine gittiği yolunda söylemleri de göz önünde bulundurarak her iki seçeneğin de avantaj ve dezavantajları olduğu söylenebilir. Zaten mesele de şu ya da bu seçeneği desteklemekten daha fazlasıdır, en azından bendeniz nazarında öyle olmalıdır. Çünkü UBER’in temsil ettiği değişim ve dönüşümü tersine çevirmek, nehrin akışını tersine çevirmek kadar zor. Önümüzdeki günlerde belki taksicilerin muhalefetiyle UBER Türkiye’den kovulur, ama yeni moda seyahat sisteminin kolay alışılmış rahatlığı UBER gitti diye son bulmaz, başka –kimsenin itiraz edemeyeceği- yerli bir uygulama çıkar ve taksilerin yerine geçer, koltuğuna rahatça oturur.