Özlem Albayrak Yeni Şafak Gazetesi

Katar savrulmaları

Katar krizi ortaya çıktığından bu yana, medyada çeşitli yorumlar, komplo teorileri, savaş senaryoları okuyoruz. Her köşe yazısı farklı bir aktörü öne çıkarıyor, bunu öylesine...

09 Haziran 2017 | 93 okunma

Katar krizi ortaya çıktığından bu yana, medyada çeşitli yorumlar, komplo teorileri, savaş senaryoları okuyoruz. Her köşe yazısı farklı bir aktörü öne çıkarıyor, bunu öylesine şık bir sebep-sonuç ilişkisi içinde yapıyor ki, okuyan kişi tamam diyor, meseleye doğru yaklaşım tam da bu. Ama sonra gözü bir başka yazıya kayıyor, onun sunduğu mantık çerçevesi de sağlam geliyor, okur bunun da en azından haklılık noktaları olabileceğine inanıyor.

Temelde yaklaşımların bir tarafında Katar’a kayıtsız şartsız destek verilmesi gerektiği görüşü var. Buna göre, ABD-Suudi Arabistan-Mısır ve olaylardan hemen sonra yaptığı memnuniyet bildiren açıklamalarla bu üçlüye dolaylı olarak katıldığı düşünülen İsrail bir şer dörtgeni oluşturuyor. Bu görüşe göre, o dörtlünün tarafında olmaktansa Katar’a destek vermek ehveni şer olarak kabul edilebilir. Diğer tarafta ise, Katar yerine, Suudi Arabistan’ın desteklenmesi gerektiği düşüncesi var. Buna göre, İran ve Rusya’yla yapılan hiçbir anlaşma/uzlaşma Müslüman dünyanın hayrına sonuç vermemiştir.

Zaten tüm dünya tarafından ambargoyla çembere alınırken Türkiye’nin cesur bir şekilde öne çıkarak ambargoyu delmesiyle biraz rahat nefes alabilmiş İran, Batı kuşatmasının ipleri gevşetilir gevşetilmez Suriye’de ve YPG konusundaki tavrıyla ilk olarak Türkiye’ye ihanet etmiştir. Dolayısıyla yaşadığı tecrübeden ders çıkarması gereken Türkiye, bundan böyle İran’ın bulunduğu hiçbir platformda yer almamalı, İran’a asla sırtını dönmemeli, hiçbir uluslararası arenada, İran uğruna hiçbir siyasi adım atmamalıdır.

Bu iki temel bakış açısının yanı sıra, bir de farklı perspektif sunma iddiasındaki yorumlar var. Sözgelimi, Körfez Krizi’nde Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan’ın prenslerinin rol oynadığını, bu aktörlerin bölgenin eski düzeninin devamı için çaba sarfettiklerini hatırlatanlar var. ABD Başkanı Trump’ın da, Suud Kralı Salman’ın da, diğer pek çok bölge ülkesi liderinin de, sözkonusu prensler tarafından manipüle edildiklerini; bu manipülasyon sonucunda Körfez krizinin ortaya çıktığını iddia edenler var. Öte yandan, dünyayı kendi atmosferinden ibaret zanneden ve bu operasyonun tek hedefinin Türkiye olduğunu savunan yaklaşımlar var. Bunların yanı sıra, Türkiye’nin, hem Katar’la hem de Suudlarla ilişkilerini devam ettirmesi gerektiğinden ısrar edenler ve bu çekişmeye bulaşmamak gerektiğini düşünenler var. Bunların hepsi hem çok saçma bulabileceğiniz, hem de çok ciddiye alabileceğiniz tarafları olan yaklaşımlar.

Hatta Kemal Kılıçdaroğlu’nun bile Suudi Arabistan’ın Mısır’daki İhvan’a ve Filistin’deki Hamas’a karşı olduğunu anlayınca Suudların tarafını tutmaya başlaması, Türkiye’nin Müslüman Kardeşler gibi “teröristleri” desteklememesi gerektiği şeklinde yorumlar yapmaya başlaması bile kendi içinde tutarlı sayılabilir. Nitekim Kılıçdaroğlu’nun tek kıstası Erdoğan’a muhalefettir, bu uğurda Suudlarla bile aynı hizada sıralanabilir ve kimse de ona bu çelişki değil mi, diye sormaz. Zira, onun siyasi hayatını öteden bu yana belirleyen biricik kıstasa göre, bu bir çelişki değildir.

Ancak, dün radyoda dinlediğim bir Katar krizi yorumu -ki yorum yapanın sadece akademisyen olduğunu biliyorum- vardı ki, gülsem mi ağlasam mı bilemedim, desem yeridir. Sunucu, sabah programına konuk olan akademisyene Katar kriziyle ilgili düşüncelerini soruyor. Akademisyen Katar’ın neredeyse adını bile anmamaya gayret göstererek, soruyu “Avrupa Birliği ile ilişkilerimizi düzeltmemiz gerek” anlamına gelecek cümlelerle yanıtlıyor. Sunucu konuyu tekrar Katar’a getirince de; Türkiye’nin Katar dahil Körfez ülkeleriyle ticaret yapmak zorunda kalmasının sebebinin bile Avrupa ile ticari anlaşmaların bozulması olduğunu söylüyor. Yorumcu, kaynayan dünya gündemiyle, Katar’la, Suudlarla, Mısır’la, İran’la filan asla ilgilenmiyor, kendisine soru yöneltilen her seferde, sadece “yüzümüzü Avrupa’ya dönelim” mealinde laflar ediyor, ya da lafı bir şekilde ille de Avrupa’ya getiriyor. 

YAZININ DEVAMI

YAZARIN DİĞER YAZILARI
“Keşke bir ömrü daha adasam bu yola” 04 Eylül 2019 | 281 Okunma “Başörtüsünü kitlelere yaymak için Rabbim’e dua ettim” 30 Ağustos 2019 | 2.597 Okunma Emine Bulut cinayetinin gösterdiği 28 Ağustos 2019 | 2.274 Okunma Yanan ormanlarımız 23 Ağustos 2019 | 169 Okunma Gençlerin göçü 16 Ağustos 2019 | 489 Okunma