Geçtiğimiz Pazar gecesi, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Külliye’de verdiği Cumhuriyet Resepsiyonu’yla ilgili tüm detaylar davete icabet eden gazeteciler tarafından yazıldı. Öyle ki, telefonunu resepsiyona verip içerde herkesin elinde telefon görünce hayal kırıklığına uğrayanları da, o kalabalıkta Cumhurbaşkanı’nın yanına yaklaşabilmenin neredeyse akrobasi gerektirdiği gibi detayları da köşe yazılarında okudunuz...
Bense Ampute Milli Takımımızın, Erdoğan’ın çevresini birkaç halka olarak sarmış bulunan ayaktaki onlarca, belki yüzlerce konuğun arasından, tekerlekli sandalyeleriyle ilerlemeye çalışırken aralarındaki şakalaşmalara hayran oldum diyebilirim. Sadece spor karşılaşmalarında değil, günlük hayatlarında da zoru başarmayı isteyip, istediğini alana dek vazgeçmemek mottoları gibiydi.
Resepsiyona askerlerden siyasetçilere, iş adamlarından sanatçılara, sporculardan gazetecilere dek genişleyen bir skalada yüzlerce isim davet edilmişti, ama gecenin Onur Konukları, sıradan vatandaşlardı. Mesela yeni doğum yapmış keçisini sırtına alarak taşıyan 12 yaşındaki Rizeli Hamdu Sena. Zonguldak’ta taşkömürü işletmesinde çalışan ve bindikleri otobüste “koltuklar kirlenmesin” diye ayakta yolculuk eden maden işçileri. Anne ve babasını kaybeden 41 yaşındaki bedensel ve zihinsel engelli yeğeni Murat Memiş’e 40 yıldır bakan Çorumlu 67 yaşındaki Pakize Memiş. Temizlikçilikten patronluğa uzanan başarı hikayesinin sahibi Şehriban Şahin. İncir cipsi yapan Aydınlı girişimci anne-kız Semra ve Gizem Ünal. Toprağa gömülü patlayıcıların yerini tespit eden hava aracı yapmayı başaran ve uluslararası ödüller alan Muşlu ortaokul öğrencisi Mert Delibalta. Bursa’da meyve bahçelerinin yanından geçerken hamile eşi için kopardığı meyvelerin parasını ağaca asan minibüs şoförü Soner Kaya…
Bu tür durumlar çabuk unutulur, o nedenle hatırlayan var mı bilmiyorum; bundan 7 yıl önce, Türkiye’deki tüm birimlere gönderilmiş bir TSK genelgesi ortaya çıkartılmıştı, o genelgede şöyle şeyler yazıyordu: Önce davetliler arasında başörtülü var mı yok mu istihbaratı yapılacak, eğer yoksa askerler davete katılacaktı. Resepsiyon esnasında tesettürlü bir davetli gelirse, askerler ortamı “fark ettirmeden, süratle terk edecek”ti. Geride kalmış olmasına sevindiğimiz o kötü günleri yeniden hatırlatmak değil amacım, zaten mesele sadece asker de değildi. Yıllar boyunca bu ülkede Cumhuriyet Bayramı kutlanırken bile Cumhur’la mesafesini koruyan bir siyasi-sosyal-askeri elit, apaçık bir sınıfsallık vardı. Sadece asker değil, devletlûlar da başörtülü sevmezdi. Sadece başörtülüler mi? Kürtler de, yoksul köylüler de, işçiler de, orta sınıflar da, Cumhuriyet bayramında Cumhurbaşkanlığı köşkünde asla kendine yer bulamazdı.
Bazıları Kemalizm’in sınıfsal değil, ulusal bir ideoloji olduğunu varsaymaya devam ededursun, Türkiye’de Kemalizm yukarıdaki sınıf ve zümrelerin, sınıfsal olarak aşağıda olanları ezmeye, görünmez kılmaya, hiç değilse küçümsemeye kalkışması şeklinde tezahür etmiştir. Bazı köşe yazılarında, eski dönem resepsiyonlarıyla, Beştepe’de düzenlenen bugünküler kıyaslanıyor. Bırakın başörtülü bir gazeteci olmayı, -yaşı yetenler arasında- muhafazakar kesimden bir yayın organında çalışan herhangi bir erkek gazeteci, bundan 20 yıl önce bu tür resepsiyon davetleri alır mıydı? Hatırlamıyorum, sanmıyorum.
Bu yüzden, eskiyi hatırlamak gerekiyor, bugün gelinen noktanın değerini daha iyi anlayabilmek için. Cumhur’un yani halkın da iştirak ettiği daha nice 29 Ekim’lere diyelim.