Özlem Albayrak Yeni Şafak Gazetesi

Metropol-2

Geçtiğimiz Cuma yazdığım Metropol başlıklı yazıda https://www.yenisafak.com/yaza... tüm dünyada metropollerin hem görüntü, hem de içinde yaşayan insanların davranış biçimleri...

28 Kasım 2018 | 5.385 okunma

Geçtiğimiz Cuma yazdığım Metropol başlıklı yazıda https://www.yenisafak.com/yaza... tüm dünyada metropollerin hem görüntü, hem de içinde yaşayan insanların davranış biçimleri açısından aynılaştığını yazmış, yılbeyıl daha da kalabalıklaşan, yayılan, genişleyen kentlerin birer modern kabusa dönüştüğünden bahsetmiştim. Üstelik bu tek yönlü bir hal değil, kentlerdeki izdihamın artışıyla orantılı olarak kırsal yerleşimler de giderek tenhalaşıyor.

Sözgelimi Türkiye İstatistik Kurumu’nun rakamlarını kıyasladığınızda, 2015’ten 2016’ya kadar olan bir yıllık sürede bile kentlere göçün, bir önceki yıla göre artış gösterdiği göze çarpıyor. Son veriler, kentlerde yaşayan nüfusun köy ve beldelerde yaşayanlara oranının yüzde 92’ye vurduğunu gösteriyor. Hayır, elbette bu bir “köyümüze geri dönelim” yazısı değil, zaten bu geri çevrilebilecek bir akış da değil; ama kente ve kent kültürüne bakış değişmedikçe, milyonlarca kişinin çarpık şehirleşme manzaraları eşliğinde boğulurcasına hayatlar yaşamaya devam edeceği kesin. Boğulurcasına iç içe, ama teknoloji sayesinde bir o kadar da mesafeli, birbirinden yalıtılmış ve uzak…

Endüstri devrimi sonrası kentler, fabrikalar ve ağır sanayideki iş imkanları nedeniyle birer çekim merkezine dönüşmüştü, şimdi artık fabrikalar modern kentlerden uzaklaştırılıyor, hatta bölgesel olarak yerleri değişiyor; giderek dünyanın az gelişmiş ülkelerine, güneye ve doğuya kaydırılıyor. Modern ve büyük kentlerde olsa olsa otomasyon yapılıyor, ama buna rağmen kentler hala yoğun şekilde göç alıyor, çünkü bilgi birikimi ve üretimi hala kentlerde, grup organizasyonları kentlerde, canlandırıcı faaliyetler ve kültürel etkinlikler hala kentlerde hüküm sürüyor.

Bizde hiçbir zaman moda olmadı; ama Avrupa ve ABD’de kentlerin sıkışıklığına çözüm olarak üretilen banliyö fikri, başarısızlıkla sonuçlandı. Zira, kentlerde çalışmak ve banliyölerde gecelemek düşüncesi bir önceki yazıda da söylediğim gibi kentin izdihamını azaltmadı, aksine iş giriş ve çıkış saatlerinde kentlerin trafiğini çoğalttı, “downtown”lar konut olma özelliğini kaybeden ve devasa iş merkezlerine dönüşen gökdelenleri sayesinde kalabalığın azalması bir yana, sadece iş arayan daha çok insanı kendine çekmiş oldu. Banliyöler ise, iş ve kent imkanlarının üretildiği mekanlar olmaktan çok, yeşillikler içindeki güzel konutlarıyla, kırsal hayatın modern bir versiyonuna dönüşmüş oldu.

O nedenle dikey yapılaşmadan şikayet edip yatay yapılaşmayı tavsiye etmek bir yere kadar çözüm olsa da, günümüz İstanbul’unda yatay yapılaşma için olanak bulunmadığını; bulunsa bile, kent merkezindeki yukarıda saydığım imkanların banliyömsü yeni yayılma birimleri için de sağlanmadıkça insanların kente akmaktan vazgeçmeyeceğini bilmek şart.

Banliyöler ya da banliyö işlevi görecek yatay yapılaşma fikirleri de işe yaramıyorsa, metropollerin büyümesinin önüne nasıl geçilebilir, sorusuna gelince; başımızı kaldırıp New York’un, İstanbul’un, Şangay’ın, Tokyo’nun devasalığına baktığımızda bu sorunun cevabının henüz bulunamamış olduğuna hükmedebiliriz. Daha dünkü haberlerde Japon hükümetinin Tokyo’yu terk edenlere 3 milyon Yen, yani 140 bin Türk lirası vermeyi vaad ettiği belirtiliyordu. İnsan kendi yaptığının önüne geçebilmiş değil, aslında sonuçlarıyla da baş edebilir durumda değil.

YAZININ DEVAMI

YAZARIN DİĞER YAZILARI
“Keşke bir ömrü daha adasam bu yola” 04 Eylül 2019 | 281 Okunma “Başörtüsünü kitlelere yaymak için Rabbim’e dua ettim” 30 Ağustos 2019 | 2.597 Okunma Emine Bulut cinayetinin gösterdiği 28 Ağustos 2019 | 2.274 Okunma Yanan ormanlarımız 23 Ağustos 2019 | 169 Okunma Gençlerin göçü 16 Ağustos 2019 | 486 Okunma