Osmanlı ailesine mensup olan Nilhan Osmanoğlu'nu referandumda
“evet” oyu kullanacağını söylediği için savunanlar var, bir de O'na
saldıranlar… Doğrusu, bir yandan İslamcı diye etiketledikleri,
bedel ödemiş mahalle sakinlerine haksız, ahlaksız, neredeyse gözü
dönmüş şekilde saldırıp, bir yandan da Nilhan Osmanoğlu'nu
cansiperane savunanlara bakınca, insanın bu konuda tek laf edesi
gelmiyor. Ama yine de bir şeyler söylemek isterim, çünkü mesele
“evet” ya da “hayır”dan biraz daha derinde...
Nitekim herkesin referandumda “evet” ya da “hayır” deme hakkı var
ve kimse bu iki seçenekten birini tercih etti diye terörist filan
olmaz. Öteden bu yana demokrasi diyorsak ya da bir demokraside
yaşamayı önemsiyorsak, “benim hakkım, ötekinin hakkının sonucudur”
ilkesini içselleştirmek, o olmuyorsa en azından saygılı olmak
durumundayız.
Ama görünen o ki, Nilhan Osmanoğlu meselesinde, konu Nilhan
Sultan'ın vereceğini söylediği “evet” oyundan daha derinde. Mesele,
yine ve bir kez daha, karşılaşmaktan artık ciddi biçimde bıkkınlık
duyduğumuz o klasik rejim “hassasiyetleri”nde… Nitekim sırf Gülse
Birsel'in şaşkınlıkla, gözlerime inanamayarak okuduğum, “hanım
hanım, bana baksana sen” soslu, elini beline koymuş mahalle
kavgacısı üsluplu yazısından bile bunu anlayabilmek mümkündü.
Yazılarından alışkın olunan o ince mizahlı, zarif ve nazik üsluplu,
“şeker tadında” sevimli kadın gitmiş; yerine kaba, dümdüz, pek de
saygın bir tarzı olmayan, Cumhuriyet'in ceberrut bekçisi tiplemesi
ışınlanmıştı.