Zygmunt Bauman ölmüş. İçinden “kim ki Zygmunt Bauman” diye
geçirenleri, “bize ne yani” deyip yazıyı okumayı bırakmaya
niyetlenenleri görür gibiyim. Doğru, Bauman ekran, sahne ya da
beyazperde popülaritesi olan bir ünlü değildi; dolayısıyla onun
hakkında yazmak şöhretli bir sahne yıldızı veya dünyaca tanınmış
bir aktör hakkında yazmak gibi değil, yazdıklarınız okunmama
riskine haiz, okunsa bile beğenilmeme ihtimali yüksek oranda mevcut
olur.
Olsun. Bauman ismi, spesifik olarak sosyal bilimlerle, onun da
ötesinde sosyoloji ile ilgilenmemiş birisi için bir anlam ifade
etmeyebilir, ama ben yine de O'nu –kendimce- layıkıyla uğurlamak
isterim. Çünkü size değen, sizi etkileyen şeyler üretmiş, onunla
aynı şeyi düşünüyor/söylüyor/izliyor gibi hissettirmiş biriyle,
sonsuza dek aynı milletten, hatta aynı aileden gibi hissedersiniz.
Sözgelimi Leonard Cohen, Prince, Amy Winehouse gibi şarkıcılar,
milyonların aşk acısını sağaltan ya da arttıran şarkılarıyla
kalplere nüfuz ettiği için hiç unutulmayacak, hep zamandışı
kalacaktır. Ya da mesela geçtiğimiz yıl içinde hayatını kaybeden
Mustafa Koç, aristokrasinin bir “uzak masal” olarak bile olsa güzel
olduğu ve gerçekleşme ihtimali bulunduğunu düşündürttüğü için, eh
biraz da erken öldüğü için milyonlar tarafından empati kurulabilmiş
biridir. Veya Muhammed Ali en alt tabakalardan yükselerek en
üstteki zalimleri dövme, daha da ötesi onlarla alay etme
“imkanı”nın varolduğunu gösterdiği, “kelebek gibi uçan, arı gibi
sokan” birinin zulme uğramışların ve kalbi kırıkların dini olan
İslam'ı temsil etmesi, Müslümanları çok gururlandırdığı için
kalplerde, ruhlarda bir noktaya değebilmiştir.
Benedict Anderson, Anthony D. Smith ve son olarak Zygmunt Bauman
gibileri ise, her ne kadar kitlesel popülerlikleri olmasa ve hiçbir
zaman yukarıdaki sıraladığım isimler kadar şöhretli olamayacak
olsalar da –hele de Bauman bundan nefret ederdi herhalde- bazıları
için onlardan bile daha değerlidir. Çünkü bu insanlar toplumların
dönüşümüne, dünyanın aldığı yeni hale, bu halin insanlığı nasıl
etkileyeceğine kafa yormaya çalışmış kimselerdir, o yüzden ne kadar
uzun yaşamış olurlarsa olsunlar, aralarında kan bağı olmadığı halde
onlara “akrabalık kesbeden” diğerleri tarafından, “keşke biraz daha
yaşasaydılar, birkaç cümle daha kursaydılar” diye tuhaf bir
pişmanlıkla hatırlanırlar… Onlar artık herhangi bir millete mensup
olmaktan çok, insanlık ailesinin bir üyesidirler. Herhangi bir
millete maledilemeyecek denli kendini aşma ve “sonsuza dek
hatırlanma”, elbette sadece insanlığa katkı noktasında ve sadece
pozitif anlamda geçerli değil ama… Milletler üstü kötülükler yapmış
olanlar da -Şimon Peres, Hitler ya da diğerleri gibi- vardır, onlar
da kalbi sızlatıp geçerler, ama o sızının türü başka,
bambaşkadır.