Geçtiğimiz hafta Suriye'de kimyasal silahlarla katledilen
masumlar dünyanın tüm vicdanlı insanlarını üzdü. O insanlar ve aynı
kaderi paylaşan önceki kurbanlar hakkında çeşitli köşe yazıları
yazıldı, haberler yapıldı, konu ile ilgili tartışmalar ekranlara
geldi.
Oysa kaderi kötü, bahtı kara olan sadece bombalar altında can
veren, o ya da bu şekilde hayatları ellerinden alınan Suriyeliler
değil. Dağıyla taşıyla, toprağıyla insanıyla, tarihiyle kültürüyle
koca bir ülkenin, Suriye'nin ve buna bağlı olarak da Ortadoğu'nun
bahtı da giderek kararıyor. Öyle ki, uluslararası ilişkiler
analizleri arasında, Suriye'nin parçalanmasını bir seçenek olarak
öngörmeyen hiçbir senaryo bulunmuyor.
Sahiden de Suriye, küresel güçlerin yenişme müsabakasına
evsahipliği yapan bir oyun alanı gibi. Kim kime, ne mesaj verecekse
Suriye üzerinden veriyor. Bir yanda Rusya ve İran ikilisi -ki
İran'ın cebindeki fars doktrini ve Şii sekteryanlığının Suriye'nin
bu hale gelmesinde hatırı sayılır bir katkısı olduğunu söylemeye
bile gerek yok-, diğer yanda Avrupa ile halihazırdaki ilişkileri
tartışmalı olmakla birlikte İngiltere'yle açıktan açığa birlikte
hareket eden ABD hattı. Ama oyun alanında, bu iki ana hat
sınırlarından birinin içinde bulunan ya da bu sınırlardan birine
yakın olan, görece özerk güçler de var.