Türkiye’nin Almanya ile yaşadığı, gerilimi hiç düşmeyen ama giderek artan ilişki, giderek tuhaf bir hal almaya başladı. Son olarak Büyükada’daki “insan hakları eğitimi” amacıyla düzenlendiği iddia edilen, Erdoğan’ın ise darbe öncesi Büyükada’da yapılan toplantının devamı olduğunu söylediği, toplantıda gözaltına alınanların tutuklanması üzerine Alman Dışişleri Bakanı Sigmar Gabriel’in yaptığı açıklamalar gündemi sarstı.
Buna göre Gabriel, Türkiye’deki yatırımlarını bundan böyle garanti edemeyeceklerini, vatandaşlarına bir kez daha Türkiye’ye seyahat uyarısı yapacaklarını ve benzeri üstü kapalı bile olmayan tehditleri savurarak sözkonusu tutuklamalardan rahatsızlığını dile getirdi, bu konuşma Merkel tarafından da onaylandı.
Oysa Almanya ve Türkiye arasındaki ilişkiler karşılıklı bağımlılık içeriyor. Türkiye Almanlardan makine, elektronik ve kimyasal ürünler satın alırken, Almanya ise Türkiye’den tekstil ürünleri ve gıda maddeleri alıyor. Ticari ilişkilerin durması ya da duraklatılması ihtimalinde, her iki ülke de alternatifsiz olmayacaktır elbette ama her iki ülkenin de işinin kolaylaşmayacağı kesin. Türkiye bundan zarar görür, ama Almanya da kâr etmez. Öte yandan mülteciler konusunda, Avrupa Birliği’nin Türkiye’ye göbekten bağlı olduğunu söylemek de yanlış olmaz.
Bu noktada her iki ülke açısından, uluslararası ilişkiler esaslarının temelini oluşturan karşılıklı çıkarların akılla ve rasyonalite ile yönetilmesi ilkesinin çoktan geride kalmış olduğu görülüyor. Dolayısıyla, Türkiye’yi AB’ye almamakla ya da ekonomik yaptırım uygulamakla tehdit etmenin, bir hükmü kaldığını söylemek mümkün değil.
Neden? Çünkü -amiyane tabirle- Almanya’nın kırdığı ceviz kırkı aştı. Dışişleri Bakanımız Mevlüt Çavuşoğlu’nun söylediği gibi Almanya, onlarca sivili katletmiş terör örgütleri olan PKK, DHKP-C, FETÖ gibi suç yapılarının üssü haline gelmiş bir ülke, buna karşılık seçilmiş Türk parlamenterler, Almanların domine ettiği Avrupa ülkelerinin hiçbirinde konuşturulmuyor. Yine de Almanya, Türkiye’yi İncirlik vetosuna iten düşmanlık politikasını revize etmek yerine yeni tehditler savurmayı tercih ediyor.
Doğrudur, Gabriel’in söylediği gibi tango iki kişiliktir. Ancak işler bu noktaya gelene dek “müttefik” Almanya, Türkiye ile şu şekilde “tango” yaptı: Merkel’in ilk döneminde Türkiye’nin AB üyeliğini veto etti. Ermeni tasarısını Federal Meclisi’nde kabul etti. Alman medyasının tek bir merkezden yönetiliyor izlenimi veren Erdoğan yayınları uzun süredir hepimizin malumuydu ama Jan Böhmermann’ın Erdoğan’a yönelik hakaret şiiri medyatik saldırılara tüy dikti. Merkel’in tekrar seçilmesi sonrası iki ülke arasındaki tansiyon daha da yükseldi. Türkiye’deki darbeye Alman yönetiminin verdiği cılız tepki ise, bir süre sonra darbecilere kucak açmaya evrildi.