Geçtiğimiz hafta yazdığım “Yeni panoptikon: Sosyal medya” başlıklı yazıda ABD’de yaşanan Facebook skandalından bahsetmiştim: https://www.yenisafak.com/yaza... Yazıda, toplamda 50 milyon kişinin Facebook bilgilerinin Cambridge Analiytica isimli şirkete sızdırılmasından, bu bilgilerin seçmeni manipüle edecek siyasi kampanyada veri olarak kullanılmasından ve sonuç itibariyle Trump’ın başkan seçilmesinde dolaylı olarak rol oynamasından sözetmiştim. İşin mahremiyet boyutunu ise ilk olarak Jeremy Bentham’ın kullandığı, ama asıl olarak Foucault’nun yerli yerinde kullanımıyla sosyoloji literatürüne kazandırdığı “panoptikon” kavramı eşliğinde ortaya koymaya çalışmıştım.
ABD’deki tartışmanın bitmek bilmemesi bir yana; içinde yaşadığımız ifşa üzerine kurulu dijital çağda, bireyin mahremiyeti de hep en çok tartışılan konuların başında geldi.
Dolayısıyla mahremiyet konusu mühim, mühim olduğu kadar da mümbit bir alan. Çünkü mahremiyete tehdit olabilecek üç kaynağın (kendini ifşa etme, merak ve gözetleme) üçü de, içinde yaşadığımız dünyanın vazgeçilmezi. Zaten Bauman’a sorsanız, postmodern devrimin başlangıcı da, günah çıkarma kabinindeki mikrofonların ortaya çıkışına dayanır. Bauman da, aynı düşünen diğerleri de sonuna kadar haklı. Sahiden de bugünkü bireye, kendimize baktığımızda gördüğümüz şey; çok önemli fotoğraflarımızı yayınlamadığımız, çok kıymetli fikirlerimizi başkalarıyla paylaşmadığımız, hayatımızın her anını post etmediğimiz bir günümüzün olmadığı.
Aslında zaten aksi durum da pek mümkün değil; Twitter, Instagram, Snapchat, en azından bir Facebook hesabı olmayan yok; varsa bile biz ona, ya geri kafalı bir geleneksel ya da yarı meczup bir münzevi diye bakıyoruz. Başka insanlarla bir araya gelindiğinde sohbetlerin ortak paydası çoğunlukla sosyal medyanın gündemi oluyor çünkü. Dolayısıyla dijital çağda hiçbir “sosyal medya hesabı” olmayanı öyle ya da böyle dışlıyoruz; o kişi münzevi değilse bile biz onu öyle olmaya zorluyoruz.
Peki bunun neresi kötü? Şurası: Dijital ortamda, şeffaf olmayan özel bir mekana yer bulunmuyor. Zamyatin’in camdan ev yakıştırması durumu açıklamaya yardım edebilir. Dijital medya, duvarları camdan yapılma evler gibi. Dışarıdan mutlaka ama mutlaka görünmeli. Dolayısıyla “özel alan” sürekli ifşa edilmek durumunda. Modern dünyada mahremiyetin kaybı olumsuz şekilde tartışılıyordu, post-modern dünyada ise birey mahremiyetini kendi eliyle ve isteğiyle ifşa eder hale geldi.
Orwell’ın 1984 adlı romanında, herkesin özel TV’si vardı ve hiç kimsenin televizyonu kapatmasına izin verilmiyordu. Hiç kimse TV aletinin yukarıdakiler tarafından ne zaman bir kayıt kamerası olarak kullanılacağını bilemiyordu. Günümüzde ise, bireyin tüm varlığına sirayet etmiş daha çok “görülme”, daha çok “izlenme” ve “hit alma” hevesi, o TV’lerin gönüllü olarak açık tutulmasını sağlıyor. Bu Orwell’ın o dahilere yakışır zekasıyla bile öngöremediği bir sonuç sanırım.