Bir restorana giriyorsunuz ve garson size sanki siz beklenmedik
bir misafirmişsiniz gibi bakıyor. Sipariş veriyorsunuz, asık
suratıyla not alıp sizle ilgileneceğine etrafına bakınıyor.
Taksiye biniyorsunuz, adam diğer arabalara söylenip duruyor.
Mağazaya giriyorsunuz, elinize bir tişört alıp bıraktınız. Satış
sorumlusu kız hınçla bıraktığınız tişörtü katlayıp yerine
koyuyor.
Pazarda, “Ay bu da çok pahalıymış” dediniz. “Daha ucuzunu
buluyorsan git başka yerden al” cümlesini duyuyorsunuz. Zaten
sadece iki ürünün fiyatını sorma hakkınız var! Üçüncü soruda, eğer
o ürünü almayacaksan satıcıdan “Ne bakıyorsun!” bakışı geliyor.
Güler yüzlü bir satıcı gördüğünde insan bir tuhaf oluyor. “Ne iyi
bir satıcı” diyerek şaşırıyoruz.
Oysa olması gereken bu!
* * *
Sadece esnafta değil, doktorundan öğretmenine herkeste bir
tavır.
Hele doktorlar!
Çok kutsal bir meslek yapıyorlar, sabah-akşam çalışıyorlar ama
maalesef hasta psikolojisine göre davranmak ve hep anlayışlı olmak
zorundalar. İşlerinin cilvesi bu… O yüzden herkes bu işi
yapamaz.
Suratı asık, hastalardan ve işinden nefret eden bir doktor
gördüğümde, “Maalesef buna hakkın yok” demek istiyorum. “En zayıf
ve çaresiz anımda yanındayım ve sen buna göre davranmak zorundasın.
İşinin gereği bu! Bunca sene okurken, bu işe emek verirken bunu da
biliyor olman lazım!”
Mutsuzlar ülkesi!
Tamam, yaşanan olumsuzluklar herkesi karamsarlığa itti ama bu
mutsuzluğun kaynağı o değil. Bu, işini sevmeyerek yapmaktan
kaynaklı bir mutsuzluk.
Aslında o kişi o an orada olmak ve işini yapmak istemiyor. Size de
sadece vereceğiniz üç kuruş için katlanıyor ve bunun hıncını da
sizden almak istiyor.”