26 Ağustos 1071 Malazgirt Zaferiyle aralamıştık Anadolu’nun kapısını. Zaferle beraber yol bulmuştu Alperen’ler Anadolu’nun içlerine doğru. Kimi kalaycı, kimi berber, kimi terzi olarak katılmışlardı yerli halkın arasına. Beşeri münasebet ve davranışlarıyla göstermişlerdi, mutlak doğruyla tanış olduktan sonra Kemal noktasına doğru yol alan müslüman Türk’ün asaletini, hakkaniyet ve karekterini. O kadar ki, yerli halk, onları yakından tanıdıktan sora “ben de senin gibi güzel bir insan olmak istiyorum,ne yapmalıyım,bana yardımcı olurmusun”diye. Kısacası bu millet, Öncü Eren’leri vasıtasıyla önce yerli halkın gönlünü fethetmişti. Bir bakıma yerli halk, özlemini çektiği merhametin, adaletin, kardeşlik ve eşitliğin yaygınlaştırılmasını ana ilke olarak belirleyip hedefine koyan bir devlet anlayışının, otorite ve yönetim tarzının bir an önce onları da himayesi altına almasını, Hak’ka teslim olmuş gönüllerin oluşturduğu güzellik ortamının huzur ve bereketinden kendilerinin de yararlanmasını bekler olmuşlardı.
İşte bunun içindir ki üç-dört kola ayrılan Selçuklu harekatı rahat bir şekilde, bilhassa Irak ve Suriye’nin kuzey kısımlarında daha yoğun olmak üzere, Anadolu içlerinde kendilerine kucak açan bir sosyal yapı ve olgu ile karşılaşmışlardı. Size bir tek örnek vereceğim; Düzce Kaynaşlı’da yerli halkın ”Ali Baba”diye andığı bir Alperen medfundur. Tarihçiler, Ali Baba’nın Osmanlı döneminden önce 1200’lü yıllarda Kaynaşlı’ya gelip yerleştiğini, orayı mekan tuttuğunu söylüyorlar. Ali Baba,sergilemiş olduğu davranış,ahlak ve seciyesinin güzelliğiyle orada alt yapıyı yapmış, zemini hazırlamış, Orhan Gazi’nin komutanları Konuralp Bey’ler, Akçakoca Bey’ler de gelip önce Yığılca’da yığılmışlar, sonra da oraları vatan toprağına katmışlardı.
O Alperenlerin, söz ve davranışlarıyla örnek olma gayretleri o
kadar samimi ve hasbî idi ki, aradan 800 küsür yıl geçmesine rağmen
hala yerleşik halk tarafından Ali Baba saygıyla anılır ve her yıl
onun adına anma programları düzenlenir. Viyana kapılarına kadar
bütün eski diyarlarda buna benzer menkıbeleri ve hatıraları her
zaman duymak ve dinlemek mümkündür.
İşte bu, samimiyetin ve mutlak doğrunun hakim olduğu seciye ve
ahlakın yaygınlaşmasına, kendisini adamış olan insanın
karşılaşacağı en asil ve itibarlı bir sonuçtur. Bu gün biz
4.göbekten dedenizin nerede yaşayıp nerede dar-ı baka’ya göç
ettiğini bilemiyor onun hatırasına yönelik bir etkinlik de
sergileyemiyoruz.
Gerçi daha düne kadar, tarihî köklerimizle alaka kurmak, “kökü mazide olan atî” olduğumuzu haykırmak pek hoş karşılanmıyordu. Batılı Kültür Emperyalistleri, bizi özümüze yabancılaştırmak, ruh ve manamızdan uzaklaştırmak için ellerinden geleni yapıyorlardı. Herkes şunu iyi bilsin ki; Dünyada BAKî KALAN BİR TEK ALLAH’dır. Zulmün de bir sonu vardır. Yalnız zulmün en görünür, müşahhas- somut hali olan mal ve cana mütecaviz davranışları değil, toplumları özünden esasından, kültür değerlerinden ayırma, böylece onları güdükleştirip başkalarına bağımlı hale getirmeye yönelik “Kültür Emperyalizmi” şeklinde tecelli eden zulmün de bir sonu vardır.
İşte Yeni Türkiye, bu milletin “Kökü mazide olan atî” olma vasfı üzerindeki kültürel ambargoların yavaş yavaş etkinliğini kaybettiği, milletin özüne dönüp kendi değerleriyle bütünleşme sürecine
girdiği, dolayısıyla dostların sevinip, milletin karşısında
olanların ise endişe duyduğu bir süreci yaşamaktadır. Bunun için
millî kültürümüzün, iman ve inanç esaslarımızın ve onların ana
kaynaklarının ilim ve iman demetine dönüştürülüp, göz aydınlığı
evlatlarımıza verildiği ve onların dini bütün, millî ve manevî
değerlerimizle müchez bir vatan evladı olarak yetiştirilmelerine
hasredilmiş olan İmam-Hatip Liseleri ve bu okullardan mezun
olanların toplum nezdinde köreltilmeye çalışılmasının asıl sebebi
budur.
Ama boşa kürek çekiyorlar… Şu gerçek hiç unutulmasın ki; bu millet
öz manasıyla bütünleşecek ve kendi ruh yapısını, millî hars ve
karakterini, bundan böyle karar ve davranışlarına hakim
kılacaktır.