En çok dikkatimi çeken husus, Yunus Emre Enstitüsü’nün tarihî birliktelik içerisinde her iki ülkenin ruh ve mana köklerine inercesine ortaya koyduğu aktivite ile, TİKA’nın geçmişe yönelik ecdadımızın gayretleriyle, kültür ve millî mirasımızın kisve-i tab’a bürünmüş olan örneklerini restore ederek asrın idrakine sunmuş olmalarıydı.
Ama, Tiran’ın merkezinde, hemen Arnavutluk Parlemento binasının yanı başında, Namazgah meydanında, İstanbul Ataşehir’deki Mimar Sinan Camii’nin bir benzeri olan, dört minareli, 5000 kişi kapasiteli hacmiyle, her iki ülkenin kökü maziye dayanan kardeşliğini, tasada ve kıvançtaki birlik ve beraberliğini belgeleyip sübuta erdirircesine konuşlandığı mekanın ismiyle müsemma olarak “Namazgah Camii” adı altında bir camiin, Türkiye Diyanet Vakfı tarafından inşa edilmiş olması, her iki halkın mana bütünlüğünü pekiştirmiş olmakla beraber, bir başka güzellik katmıştı Tiran’a…
Kültür ve medeniyet izlerimizi silmeye azmedenlerin işe başladığı nokta!
Sevgili dostlar, psikoloji ilminin belirlediği bir slogan vardır; “isimler şahsiyetin şifresidir” diye. Elbetteki bu belirleme doğrultusunda her birimizin söyleyeceği bir şeyler olabilir. Ama şu da bir gerçek ki, isimler bilhassa şahıslara yönelik kullanılan adlar, kullanılageldikleri zaman ve zemin dilimindeki etkin sosyolojik kabullenişlerin ve bu doğrultudaki otorite ve baskıların yansıma noktalarıdır.
Fazla derine dalmadan bu hususta bir iki tesbitimi sizinle paylaşıp vaki psikolojik belirlemenin reelliğini takdirlerinize bırakacağım… Mesela şu anda Tiran Ethem Bey Camii’nde İmam-Hatip olarak görev yapan şahsın dedesinin adı Tahir, babasının adı ise Adriyan… Kendi adı da Elton. Yine Ürdün İlahiyat Fakültesinden mezun olan bir kardeşimizin adı Vilademir… Kimseyi kınamıyoruz, zira “Mutlak Şahsa Bağlı Haklar” dan biri olan, göz aydınlığı evladına istediği AD’ı koyma hakkı, kardeşlerimizin elinden alınmış ve kardeşlerimiz resmi iradenin önlerine sürmüş olduğu listede yer alan isimlerden birini evlatlarına verme mecburiyetinde bırakılmıştı.
Kısacası kardeşlerimizin ruh ve manalarını katletmeyi kendilerine yönelik aslî görev belleyen inkarcı ve despot rejim, kültürel cinayetlerine şahıs ve mekanlar üzerindeki isimlerin tebeddülat ve değişimiyle başlamışlardı.