Ukrayna’da yaşananları ve bundan sonraki olasılıkları irdelemek bakımından soğuk savaş döneminin etkili bir zemini haline gelen caydırıcılık politikalarını hatırlamak lazım. Ünlü oyun teorisyeni Thomas Shelling’in taahhüt stratejisi ya da inandırıcı tehdit yaklaşımı çerçevesinde ABD ile Sovyetler arasındaki pek çok krizde tarafların belirli misilleme araçları ile birbirlerini adeta uçurumun kenarından çıkarabildikleri görülmüştür. Shelling’e göre en iyi caydırıcılık salt askeri güce dayalı tehdit değil etkili misilleme araçlarının varlığı ve bunu da karşı tarafa gösterebilme becerisidir.
Son Ukrayna krizinde bu kapasitenin geldiği noktaya bakıldığında ABD ve daha genel olarak NATO’nun Rusya’nın olası hamlelerine yönelik inandırıcılığını sarstığını söylemek mümkündür. Ve her geçen gün buna benzer bir krizde ABD’nin vereceği bir desteğin o ülkenin nihai çıkarlarını tamamlamaya yetmeyeceği izlenimini pekiştirmektedir. Kırım’da, Suriye’de, Libya’da, Karabağ’da, Afganistan’da yaşananlar ABD’nin tek kutuplu güç sarmalını hayli örselediği süreçlerle örülüdür. Bu sebeple bizzat ABD kamuoyunda Washington’un desteklenen taraf ülkelere yönelik daha ciddi adımlar atması gerektiği daha fazla seslendirilmeye başlanmıştır.
Rusya Ukrayna’da meydana getirdiği kaos ve belirsizlik iklimini sadece kendi yakın kuşağını güvende tutmak için değil aynı zamanda ABD-NATO-AB birlikteliğini sarsmak ve daha ötede etkili ayrışmalar meydana getirmek için bir fırsat olarak görmektedir. Bunu yaparken iki temel araç kullandığı ifade edilebilir.