Vakıf kültürü, Sevgili Peygamberimizden -aleyhisselâm- gelen bir
mirastır. Sahip olunan serveti, Allah rızası için insanların veya
başka canlıların hizmetine vakfedip onlar lehine mülkiyet hakkından
vazgeçerek iyilik yapmak suretiyle öldükten sonra da amel defterini
kapatmama niyetine dayanır.
Önceki dönemler olduğu gibi Selçuklu ve bilhassa Osmanlı hayatı,
bir Vakıf Medeniyeti'dir. İstanbul'un yüzde 65'inin vakıf mülkü
olduğunu vakıflar umum müdürü merhum Mustafa Altan Arabacıoğlu'ndan
dinlemiştik.
Ecdadımız, diğergamdı. Onlar, yalnızca kendilerini düşünmez, diğer
insanları, fakirleri, düşkünleri, garipleri ve himayeye muhtaç
olanları da dert edinirlerdi. Bizim medeniyetimiz, ötekileştiren
değil paylaşan yüksek bir medeniyettir. Bunun en büyük eseri de
vakıf eserlerdir.
Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün logosunda kuruluş tarihi 1048 yazar.
Anadolu'nun fethinden evvelki bir tarih.
Cihangir devlet siyâseti şöyleydi:
Bir yer fethedilmeden evvel oraya din adamları, tüccarlar veya
belli bir nüfus gider ve yerleşirdi. O bir gönül hareketiydi.
İslamiyet de yalnızca fetihlerle değil aynı zamanda tüccarlar ve
seyyahlarla da yayılmıştır.
Öyle anlaşılıyor ki Büyük Selçuklu Hükümdarı Muhammed Alpaslan,
Anadolu'yu fethedip İstanbul kapılarına giden yolu en azından
evlatlarına açarak Şanlı Peygamberin kutlu muştusunun hakikat
olmasını kendine gâye edindiğinde müstakbel vatana karşı evvelâ
gönül hareketi başlatmıştır. Gelen insanlardan Pasinler'e
yerleşenler, bir ilim vakfı kurmuşlar. 1048'in hikmeti budur.
İlki 1048 tarihli bu vakıf olmak üzere Vakıflar Genel Müdürlüğü,
bugün Selçuklu ve Osmanlı'dan intikal eden 52 bin vakfı temsil ve
idare eden ve onlara hizmet eden mümtaz bir kurumumuzdur.
Verdiğimiz rakam, Türkiye hudutları dâhilinde olanlara aittir.
Bütün Memâlik-i Şâhâne'deki vakıfların 250 bin olduğu tahmin
edilmektedir. Demek oluyor ki buradakinin 4 katı da gönül
coğrafyamızda mevcut.