28 Şubat postmodern darbe
ihanetinde başı cuntacı generaller çekiyordu. Onların hâli,
anlatılır gibi değildir. Kibirlerinin yanında firavunlar, Neronlar
hiç kalırdı. Her şeyin en iyisini bildikleri iddiasındaydılar.
Üstün insanlardı. Burunları Kaf Dağı’nı delecek denli mağrur,
başları dikti.
Bu generallerin elebaşı, o
günkü nüfusumuzu kastederek “zaten 65 milyon bize fazla; bunun 20
milyonunu kesmek lazım!” diyordu. Böyle bir vahşet vardı. Bir başka
general, vazife yaptığı Erzincan’daki kışlasından hiç
utanıp-sıkılmadan ülkenin Başbakanına galiz küfürler savuruyordu.
Çünkü Mehmetçiğe sövüp-saymaya alışmıştı.
28 Şubat 1997 Muhtırasıyla
memleket faşist bir cuntanın işgaline uğramıştı. Halkın seçtiği
Hükûmetin, yanlarında zerre kadar değeri yoktu. Kaba generaller
Başbakan Erbakan içki kullanmıyor diye sanki parasını ceplerinden
veriyorlarmış gibi Başbakana inat sofrada rakı
içiyorlardı.
O bir avuç darbeci general
kibirli, mağrur, zalim ve faşistti ama ülkenin aydın etiketli bir
kısım yargı, üniversite, politika, medya ve oda mensupları da
onların yağdanlığı, şakşakçısı ve destekçisiydi.
O generaller, emir buyuruyor,
saçı-sakalı ağarmış yargıçlar, kendilerine nutuk atıp talimat veren
omuzu kalabalıkları, topluca ayakta alkışlıyorlardı. Kimin nasıl
cezalandırılması isteniyorsa ona göre karar veriyorlardı. Yakası
kalabalıklar, omuzu kalabalıkların emrindeydi.
O generaller emir buyuruyor,
dekanlar, rektörler, YÖK başkanı derhal üniversite kapısında duvar
olarak başörtülü kızları içeri sokmuyorlardı. Cübbeliler, omuzu
kalabalıkların emrindeydi. İlim iflas etmiş, dalkavukluk zirve
yapmıştı.