Şark insanı için dostluk çok değerlidir.
Doğunun çocuğu, dost uğruna ölümü bile göze alır.
Garplı ahlakındaysa dostluk, menfaate yaradığı kadar muteberdir. Bu
hayat tarzlarından birinde mertlik, diğerince riyakârlık
mevzubahistir. Kişi, karşısındakini kendisi gibi bildiğinden bugün
dâhil biz, muhatap devletle bir sebeple el sıkışınca onu o andan
itibaren dost bildik. Güvendik ve fakat bugün dâhil hep kaybettik.
Biz, dost dediklerimize hep sadakat gösterdik, onlarsa bugün dâhil
bir punduna getirerek bizi zora soktular. Yüzümüze güldüler,
arkadan oyunlar hazırladılar. Bundandır ki sırtımız
delik-deşik.
Önce "dost" kelimesi vardı. 21. Asrın başlarında ise "stratejik
ortaklık" sözü ortaya çıktı. Yakın tarih sürecinde 3 devleti "dost"
yahut yeni tabirle stratejik ortak saydık.
İlk stratejik ortağımız Almanya oldu. Almanya, devlet tecrübesinden
mahrum ve fakat hayallerine mahkûm İttihatçıların kanına girdi. Bir
bahaneyle ilk dünya harbini başlattı. Yok yere Osmanlı da bu harbe
sokuldu. Almanya mağlup oldu. Stratejik ortağı olduğumuz için
Osmanlı da mağlup sayıldı ve bir imparatorluk, kurtlar sofrasında
paramparça edildi.
Almanya'dan sonraki dostumuz, yani bugünkü parlatılmış ifadeyle
stratejik ortağımız İngiltere’ydi. İngiliz, harbi kaybetmiş bir
milletin ayakta kalmış kadrolarının ezik psikolojilerini
boyunduruğuna alarak erken cumhuriyete a'dan z'ye istediği şekli
verdi. İslamiyet böylece reddedildi, tarih böylece reddedildi,
içtimai hayat, örf, âdet böylece reddedildi ve mazi ile köprüler
böylece atıldı. Kendi kendimizle ihtilafımız, yerine oturamayan
laiklik, çok alanda çift kimlikli mecburiyet, Kürtçülük, İslam
alemiyle, Orta Doğu ile dünkü topraklarımızla aramıza utanç
duvarları yükseltme, Doğu ve Batı arasında savrulmak bu
dönemlerdeki İngiliz üst aklının, stratejik ortağımız Büyük
Britanya'nın eseridir. Bunların ne olduğu, seyri ve tesirleri ilim
namusu ve objektif değerlendirmelerle tespit edilmeden bugünlerin
anlaşılması mümkün olmaz.
İkinci dünya harbinden sonraki stratejik ortağımız ABD/Amerika
Birleşik Devletleri’dir. Hani fanatik Tek Partililerin daraldıkça
sözünü ettikleri bir iddia vardır. Derler ki "Türkiye'ye
demokrasiyi İsmet İnönü getirdi!" Bu söz, milletin nüvesini teşkil
eden ilk TBMM gerçeğini inkâr ederek "devleti CHP kurdu"
yanıltmasından farksızdır. İnönü, demokrasiyi şefliğinden feragat
ederek getirmedi. Yapılan bugünkü bakışla bir Türk Baharı'ydı.
Herhâlde tek samimi "bahar" da o oldu. Bugün "süper güç" denen
cihan devletinin zorlamasıyla "Millî Şef" mecbur kalarak çok
partili hayatın ve demokrasinin önünü açtı. Kaldı ki buna rağmen
1946 seçimlerine yine de hile karıştırıldı.