Eğer; bir kimse, meçhulden
maluma; bilinmezlikten şöhrete yükselmişse bu yükselişi basiretle
idare etmesini bilmelidir. Yoksa saman alevi gibi parlar ve söner.
Kader, insanı bazen servetle, bazen şöhretle sınar. Servet veya
şöhrete kavuşan bazı insanlar, kavuştukları bu imkânı, fikrî bir
sermaye; bir başka ifadeyle entelektüel sermaye olarak kullanıp
daha da güçlenirken bazıları kaybederler. Bunun, sade hayatlarda,
ticarette, siyasette, sanatta, medyada bir çok örnekleri vardır.
Fırsat, kapıyı “ben fırsatım!” diye çalmaz. Onun fırsat olduğunu
kapısı çalınanın tanıması gerekir. Mevzua dair çok misal içinden
ikisini seçebiliriz:
Turgut Özal, bir bürokrat iken
tuttu ANAP diye bir parti kurdu. O zaman partilerin meclis grupları
10 kişiydi. Bir parti kurulmuştu ama 10 kişiyi bir araya getirip
grup kurup-kuramayacağı tartışılıyordu. Bunlar, 1983 seçimleri
öncesi yaşanmaktaydı. Tam o sırada devletin başındaki Kenan Evren,
TV’de Turgut Özal’ın aleyhine konuştu. Vatandaşlara “Bu adama oy
vermeyin” dedi. Bu hadsiz talimat, Turgut Özal’ı Başbakan,
partisini iktidar yapacaktı. Merhum Özal, tam bir vizyonla hareket
etti. Memleket fikren 4’e bölünmüştü. Seçim propagandalarında “Dört
eğilimi birleştiriyorum” diyerek onu, partisinde bir terkip, sentez
hâline getirdi.
Grup kurabilir mi? denilen
siyasetçi, son elli yılda hiç olmadığı kadar Türkiye’nin ufkunu
açtı. Cumhurbaşkanlığına kadar yükseldi. İsmi unutulmayanlar
arasına katıldı.