Afrika, 31 milyon km²’ye yakın
toprağıyla dünyanın Asya’dan sonraki ikinci büyük kıtasıdır. Toplam
nüfus 1 milyardır. İnsan unsuru, çalına çalına koca kıta Hindistan
nüfusundan bile daha aşağıda kalmış. Bu topraklar üzerinde 54
devlet bulunuyor. Bunların çoğu küçük devletlerdir. Batı
emperyalizmi daha rahat sömürebilmek için aynı inanç yahut ırktan
insanları ve o insanların ortak vatanlarını çok kere birkaç parçaya
bölmüştür.
Birçok Afrika devleti, bugün
bile Fransa, Belçika... gibi yerlere aidiyet isimleriyle BM’ye
kayıtlıdır. Bugün bile çoğunun resmî dili, Fransızca, İngilizce...
gibi bir başka milletin dilidir. Devletlerin birçoğu komşularıyla
kavgalıdır. Birçoğunda kabile savaşları yaşanıyor. Bir haylisinde
Boko Haram, eş-Şebab, DEAŞ gibi örgütler terör estirmektedir. Çok
Afrika devleti yoksuldur. Hepsi bütün emperyalist devletler
tarafından çok yönlü olarak sömürülmüşlerdir. Ülkeleri istila
edilmekle kalmamış, insanları köle yapılıp satılmış, dinleri
değiştirilmiş, altın ve elmas gibi bütün yer altı kaynakları
çalınmıştır.
Bugün Afrika muazzam yer altı
servetlerine rağmen büyük yoksulluklar içindedir. Bu insanlar, hava
hariç, içme suyu dâhil her şeye muhtaçlar. Vahşi Batı, ne varsa
gasbedip götürmüştür. Buna bugün de devam etmektedir.
Afrika’nın hayatı, Türkiye’nin
yaşadıklarıyla paralel seyretmiştir. Bizde gerileme ve düşüş
başlayınca, İspanyol, Portekiz, Felemenk vs köle tüccarları, maden
tüccarları Afrika’ya girip onları iliklerine kadar yiyip bitirerek
bugünkü hâllere düşürdüler.
Bizde son yüzyıldaki okullar,
Afrika’yı âdeta gözlerden sakladı. Cumhuriyet nesilleri için
Afrika, Fas, Tunus, Cezayir, Libya ve Mısır’dan ibaretti. Bunlar da
üç satırla geçiştirilirdi. Osmanlının ta Orta Afrika topraklarına
kadar medeniyet, merhamet ve adalet götürdüğü ülkenin öz
çocuklarına öğretilmemişti.
Türk vatandaşları, 2003’den
itibaren orta Afrika devletlerinde Özdemiroğlu Osman Paşa’nın
izinde ilerleyip Osmanlı eserleriyle kucaklaştıkça hayretler içinde
kaldılar. İki şeye daha hayret edildi. Bunlardan biri
heyetlerimizin gördüğü sıcak alaka oldu. Türkler, bağra basılıyor,
bazı yerlerdeki camilerde Sultan Abdülhamid Han adına hutbe
okunuyordu. Sebep şuydu. Dedelerimiz, gittikleri yerlerde biz
torunlarına utanacak hiç kötü miras bırakmamışlardı. Onlar, herkes
için “zenci” yani hor gördükleri insan iken ecdadımız için ilk
müezzin Bilal-i Habeşi’nin emanetiydi.
Yaşanılan sonuncu hayret de Çin
yüzündendi. Türkler, Osmanlıdan sonra buralara 2003’lerde girerken
Çin, bizden çok evvel Afrika’yı keşfetmişti. Hâlbuki Çin’in
Afrika’yla ne din, ne kültür, ne de tarih beraberliği vardır.
Bunlar bizdeydi ama bizimse 2003’e kadar devlet takvimimizde Afrika
diye bir madde yoktu. Neticede yanı başımızdaki mazlum ve mağdur
kıtayı çabuk unutup geç hatırlamıştık.
15 sene önce Afrika’nın sadece
12 devletinde sefaretimiz vardı. Bugün 40 devlette sefaret açmış
bulunuyoruz. 15 sene önce Türkiye’de neredeyse hiç Afrikalı
kalmamıştı. Şimdi binlercesi aramızda.
15 yıldan bu yana havacılıktan,
ticaretten eğitime kadar Türkiye, muhtelif Afrika kıtalarıyla
dostça iş birlikleri içindedir. Bu zaman zarfında gerek İstanbul’da
gerekse Afrika şehirlerinde değişik adlarla Afrika zirveleri
yapıldı ve yapılmakta. Sonuncusu dün İstanbul’da olmuştu. Bu zirve
öncesi CB Sn. Erdoğan, Budapeşte’de Macar CB ve BB’ına birçok
teklifte bulunurken bir de çağrı yaparak “Afrika’da birlikte
çalışalım” diyordu. Dünkü Afrika zirvesi konuşmasındaysa FETÖ terör
örgütüyle mücadelede bize verdikleri destekten dolayı Afrikalı
dostlarımıza teşekkür ederken “gelin alışverişlerimizde millî
paralarımızı kullanalım” dedi. Millî parayla alışveriş her devlet
için kıymetlidir. Afrika için yüzlerce kere kıymetli.
Afrika’yı yeniden hatırlayan
Ankara’nın bu defa ona hafızasını, hüviyetini ve köklerini
hatırlatması lazım.