Türkiye ve birçok İslam
ülkesinde fiilî durum şu noktaya gelmiş bulunuyor. Buralarda iki
yılbaşı kutlanmaktadır. Zaman, yıl, hayat, ömür bir Hicri Takvime
göre bir de Miladi Takvime göre telakki edilmekte.
Hicri Takvimle yeni yıl bir
tefekkür, ibadet ve nefs muhasebesi yani bir yıllık hesap-kitap,
hayat-ölüm-ahiret üzerine yoğunlaşarak idrak edilirken, sonsuzluğa
odaklanırken, niyetler, işler ve kalan vakit buna göre tanzim
edilmek istenirken Miladi Takvimle yılbaşı, adı öteden beri öyle
konduğu gibi “çılgınlık” şeklinde yaşanıyor.
Hicri Takvimle yılbaşında
insan, kendine daha çok yaklaşırken, nefsini bilip, kalbini
anlamaya uğraşırken mutlak kuvvet ve kudret sahibi Allah’a hesap
vermeye hazırlanırken, Miladi yılbaşında insan, farkında olsa da
olmasa da kendinden kaçıp, hiçliğe, yokluğa
sığınmaktadır.
Hicri Takvimle yılbaşında
samimiyet, dua, dünyanın diğer iklimlerindeki mazlum, mağdur,
yoksullarını düşünmek varken Miladi kutlamalarda yabancı etkisi,
tüketim israfı, daha çok kendini düşünme, yeme-içme ve her şeyi
unutma hâli yaşanır.
Mümkündür ki Miladi sene başı
da vaktiyle Hicri Takvimdeki fikir ve duygularla başlamış ve fakat
içinden çıktığı toplumdaki dininin bozulması gibi o da yoldan çıkıp
insanı vahşi kapitalizmin elinde tüketim malzemesi yapan bir
vasıtaya dönüşmüştür.
Zamana İslam, Hıristiyan,
Musevi, Hind, Çin… hangi takvimle bakılırsa bakılsın. Seneye
başlangıç yapılan ay hangisi, ilk günün adı ne olursa olsun
değişmeyen veya değişmeyecek hakikat odur ki insan,
fanidir.
Mevcudat/varlıklar,
hayvan/canlı, cemat/cansız ve nebat/ bitkiler diye üçe ayrılır. Üçü
de ölümlüdür. Ölümsüz olan, mutlak diri olan Allahü
tealadır.
Bir kısım insanlar, Allah’a
yaklaşmaya çalışarak varoluşundaki hikmeti idrak etmeye yönelirken
bazıları da oyunlar, israf, alkol ve doymayan tüketimlerle
yüreğinin ve vicdanın sesini bastırmaya uğraşmaktadır.
Sevgili Peygamberimiz
-aleyhisselam- “bir insanın kendine yaptığı kötülüğü, cümle âlem
bir araya gelse yapamaz” buyurmalarındaki habere işte bu insan da
girer.
Takvimin adı ne olursa olsun.
Değişmeyen gerçek, insanın ölümlü olmasıdır. İnsan ve her canlı
doğduğu andan itibaren ölüm menziline doğru yürüyen
varlıktır.
Bütün mesele doğumla ölüm
arasındaki zamanı güzelleştirmekte.
Dünyada savaşlar yaşanırken,
güçlüler zayıfları sömürürken, açlar, mülteciler, işgaller varken,
hayvanlara eziyet edilirken, bencillik, israf ve ahlaki çöküntü
uçurumlaşırken insan hangi hakla çılgınca eğlenebilir?
Yılbaşı çılgınlığı, insanın
kendini unutmaya zorlaması, Allah’tan, adaletten ve vicdanının
sesinden kaçması, ne savaşları durduruyor, ne yoksulluğu bitiriyor
ve ne de dünyayı yaşanır kılıyor.
“Herkesin kıyameti, kendi
ölümüyle başlar” sözü, bir Hadis-i şeriftir. İslam uleması da “dün
öldü, yarın meçhul, an bu an, dem bu dem!” demişler. Anı kavrayan,
zaman, mekân ve hayat üzerine düşünen yılı da ömrü de idrak
eder.
Harplerin yaşanmadığı, mazlum,
mağdur ve açların olmadığı, huzurun eksilmediği ve adaletin
hükümran olduğu bir dünya ve idrak edilen hayatlar
dileriz.
Büyük divan şairi Şeyh Galib,
“kendine dikkatle bakarsan âlemin özü olduğunu görürsün!”
demekte:
Hoşça bak zatına
kim
Zübde-i âlemsin
sen!