Osmanlının, “Lale Devri” diye
bir cümleden haberi yoktu. Bunu dilimize kazandıran aruz şiirinin
son zirve ismi Yahya Kemal Beyatlı’dır. Ecdat muhabbetinin bu
vatanda yeniden göğermesinde büyük hakkı bulunan Üsküp’ün bu aziz
evladının dilimize kazandırdığı tabir “Lale Devri” sözünden ibaret
değildir.
Daha niceleri gibi
“Ordu-millet” sözü de O’na aittir. Meşhur “Süleymaniye’de Bayram
Sabahı” şiirinde “Ordu-milletlerin en çok döğüşen en sarpı/Adamış
sevdiği Allah’ına böyle bir yapı!” derken kelimeleri bir fırça gibi
kullanarak şehit ve gazilerin canları pahasına vuruştukları bir
tabloyu resmediyor gibidir. Orada; ruhlar uçmuş, kanlar düşmüş
fakat bayrak yerinde kalmıştır.
Bunları Sn. Erdoğan’ın “biz,
asker- milletiz, vatandaşın askerlikle alakasının tamamen kopmaması
gerekir!” sözleri üzerine hatırladık. Bedelli askerlik için 15 bin
TL meblağda bir ihtilaf olmadı. Lakin “28 gün de askerlik yapılsın”
tezi, tartışmaya yol açtı. Hatta Sn. Devlet Bahçeli, “ne gerek var;
28 günde Yaylalar Türküsü bile öğrenilmez!” dedi. Bu türkünün
askere öğretilmemesini ve askerin de öğrenmemesini tavsiye ederiz.
Aslında olacağını düşünmüyoruz. Sonradan tahrif edildiği kuvvetle
muhtemel Yaylalar Türküsü’nde ahlaksızca ensest ilişki tasvirleri
vardır. Sarıkamış 9.Tümen, 9.Topçu Alayı Uçaksavar Bataryası’nda
askerlik yaptığımız yıllarda sabahları bu ayıp bölük bölük
işleniyordu. Bizim nöbetimizdeki tempolu yürüyüşlerde Mehmedciğe bu
türküyü değil “her şey vatan için!” gibi mısraları tekrarlatırdık.
Ümit ederiz o türkü, bu ihanetten kurtarılmıştır.
Cumhurbaşkanı, yukarıdaki
sözleri, 21 gün askerlik zaruretine mucip sebep olarak dile
getirmektedir. Bunları dedikten sonra da esasa temas ediyor.
Verdiği habere göre hem askerlik yaşına gelmiş gençlere nazari
olarak temel askerlik kaideleri öğretilecekmiş ve hem de TSK’nın
insan gücü ihtiyacı, uzmanlığa dayalı profesyonel askerlikle
çözülecekmiş.
Her ne yapılırsa yapılsın ama
asla adaletsizlik olmasın.
II. Mahmud Han, 1826’da
Yeniçeri Ocağı’nı lağvedince TSK’nın ihtiyacı, asker alma yoluyla
karşılanmaya başladı. İlk nüfus sayımı bu sebeple yapılmıştır.
1831’de başlayan ve sonra da devam eden sayım, erkek nüfusa
dairdir. Bunun da iki sebebi vardır; askerlik ve
vergi.
1974 yılında
Polatlı Topçu ve Füze Okulu’nda yedek subay asteğmen
öğrenciliğimizi tamamlayıp kıt’a için kur’a çektiğimizde bana
Sarıkamış çıktı. Yerimi öğrendim ve gülerek sırama geçtim. Kur’a
çektiren subay, bunun üzerine “hem Sarıkamış, hem gülüyorsun!”
diyerek hayretini gizleyemedi. Verdiğim cevabı burada bir kere daha
yazmıştım ama bir döneme ayna tutması zaviyesinden tekrar edeceğim.
Şöyle demiştim: “Sarıkamış, vatanın bir parçası değil
mi?”
Dedem
Mustafa Efendi, Çanakkale, Sarıkamış gibi cephelerden birinde şehid
düşmüştür. O’nun oğlu babam Mustafa Efendi, amcam Ali Efendi, dayım
Yasin Efendi, iki buçuk yılla dört yıl arasında askerlik yapmışlar.
1916’da Yemen Türküsü’nün yakıldığı Harput ikliminde dünyaya gelmiş
bendeniz de 18 ay askerlik yaparak teğmen rütbesiyle terhis oldum.
Bana ve diğer tertiplerimize boyumuzu bulan karlar içinde,
dondurucu ayazda veya farklı yerlerin yakıcı güneşinde askerlik
yapmak zor gelmedi.
Zorumuza giden yaşadığımız
adaletsizlik oldu. Biz, üniversiteden mezun olur olmaz hemen askere
koştuk. Bazılarıysa ayak sürüyüp durmuşlardı. Bizim askerliğimiz,
devam ederken önemli kısmı o ayak sürüyenler için olmak üzere “4
Aylık Kısa Dönem Askerlik” diye bir askerlik kanunu kabul edildi.
Bu sınıfa girenler, kışlanın bir kapısından girip, diğerinden
çıkarak sözde askerlik yapmış diye terhis olup gittiler. Biz ise
vatani vazifemize devam ettik. Bugünkü 21 günlük askerliğin
başlangıcı o günlerdir. Ne asalet ki 28 gün tartışmaları yapılırken
Fatih’te “en büyük asker, bizim asker!” nidalarıyla kınalı kuzular,
TSK’ya emanet ediliyordu.
Toplumda bir kesim Lale
Devri’ni, bir kesim dondurucu soğuk veya kavurucu sıcağı
yaşamamalı. Hayli eski bu illete tam neşter vurmalı. Ordu-Millet
olacaksak hep birlikte olmalıyız. Yoksa nerede ne zaman, hangi
yüreği yanık bacının seslendirdiği türkü, bir görümce olarak “elin
kızı” yavukluya haksızlık yapsa bile asırları aşıp gelerek
yüreklere oturmaktadır.
Bizim verdiğimiz unvanla “Ana
Şairi” Yavuz Bülend Bakiler, “türküler, bizim romanlarımızdır” der.
Şu hicran çığlığı, o sözün isbatlarından biridir:
*
Kara çadır is mi tutar/Martin
tüfek pas mı tutar/Ağlayalım anam-bacım/Elin kızı yas mı
tutar?
*
Gitme Yemen’e Yemen’e/ Yemen,
sıcak dayanamam/Tan borusu, er vurulur/Sen küçüksün
uyanaman
*
Yemen yolu çukurdandır/Karavana
bakırdandır/Zenginimiz bedel verir/Askerimiz
fakirdendir
*
Gitme Yemen’e Yemen’e/Karışın
toza-dumana/Mektubunu sal kardaşım/Bacını koyma gümana
*
Tarlalarda biter kamış/Uzar
gider vermez yemiş/Şol Yemen’de can verenler/Biri Mehmet, biri
Memiş!