Ne insanı halk eden Allahü teâlâ ve ne de Sevgili Peygamberimiz
-aleyhisselam- devletin şekline dair bir emir buyurmamışlardır.
Buyurulan, bir cemiyet, iki kişiden ibaret olsa bile birinin emir
yani baş olmasıdır.
Devletin idare şekli, sosyal kanunlar gereği zaman zaman
değişebilir. "Kemâl-zirve-zevâl" keyfiyeti hakîkî şahıslar için
olduğu gibi devlet için de geçerlidir. Bugün "Türkiye Cumhuriyeti"
dediğimiz "Devlet-i Ebed Müddet" bir vakitler Hanlıktı, sonra
Sultanlık, Padişahlık oldu, belki yüz sene sonra, üç yüz sene sonra
başka bir isim alır. Ancak devlet, yaşayıp gider.
Devletin şekli Cumhuriyettir.
Demokrasi, Cumhuriyet değil, hükümet etme biçimidir.
Cumhuriyet rejimlerinde başta reis-i cumhur vardır. Ya meclis
tarafından seçilir veya ahali seçer. Şayet başta, Sultan, Padişah,
Kral, İmparator... gibi Hanedân mensubu biri var, hükümet de
seçimle işbaşına geliyorsa bu rejime "meşruti demokrasi" denir.
Sistem "parlamenter sistem"dir.
Böyle bir sistemde meclis, hükümet ve kuvvetler ayrılığı yine
mevcutken işbaşında Cumhurbaşkanı olduğunda parlamenter sistem
olur. Devlet yapısında meclis veya meclisler, kuvvetler ayrılığına
dayalı adli teşkilat ve seçimle gelen bir reis ve onun Hükümeti
olduğunda ise buna "Başkanlık rejimi" denir.
40 yıla yakındır tartışmakta olduğumuz şu resmettiğimiz vaziyettir.
Tekrar edelim ki ne sivil iradenin inşa etmesi gereken Anayasa, ne
sn Recep Tayyip Erdoğan içindir ve ne de Başkanlık rejimi
münhasıran O'nun teklifidir.
Meşruti rejimin kabulü Sultan Abdülhamid Han zamanıdır. Üstelik bu
uğurda bir de Padişah şehid verdik. Cunta reisi Midhat Paşa'ydı.
Diğer mühim cuntacılarsa Şirvanizâde Rüşdî Paşa, Sadrazam Mütercim
Rüşdî Paşa Serasker/Genelkurmay Başkanı Hüseyin Avni Paşa'ydı.
Midhat Paşa'nın adına milisler beslediği iddiası da kayıtlarda
yazılıdır. Cuntanın Sultan Abdülaziz'i bir tertiple katlederek
şehid etmelerinin sebebi Meşruti nizâma geçme-geçmeme
münakaşasındandır.