Batılılar, zannettiler ki ideolojik saplantılara düşürdükleri kimseler, hep oralarda kalacak, onları uzaktan kumandayla istedikleri gibi yönetecekler... New York, Madrid, Paris, İstanbul, Ankara, Brüksel katillerinin mensup olduğu örgütlerin bir hikâyesi var. Onlar, birden ortaya çıkmadılar. Evvela fikri zemin hazırlandı. "Radikal İslâm", "fundamentalist Müslüman", "kökten dinci", "cihatçı" gibi dışlayıcı imaj kirlenmeleri bu sebeple sahaya sürüldü. Onların karşısına koydukları "Ilımlı İslâm" da aynı bozuk niyetin eseriydi. Muazzez İslâm dini, olanca varlığıyla yekpâre bir kıymet iken bu tür yakıştırmalarla ana eksenden sapmalara yol verilmek isteniyordu. Psikolojik bir Haçlı Seferi başlatılmıştı. Garp, Batı, Avrupa, asırlar boyu maddeten soyup soğana çevirdiği bir dünyada bu defa da imâna yönelik olarak da başka yeraltı faaliyetinin içindeydi. Bunlar ve Orta Doğu ülkelerindeki diktatörlükler, kendisine müdahale kapıları açmak içindi. Halbuki I. Dünya Harbi'nden itibaren o diktatörleri "kral", "sultan" gibi unvanlarla İslâm coğrafyası ve bilhassa Orta Doğu coğrafyasına musallat eden kendilerinden başkası değildi. Bütün bunların şu demek olduğu nettir: İslâmi coğrafya, batılılar tarafından istila edilmiş, sömürgeleştirilmiş, asırlarca sömürülmüş, halka rağmen o halkla alâkasız insanlar kendileri adına yeddi emin olarak başa oturtulmuş, bunlar da teşkil ettikleri mütegallibe çevreyle halkı bir kere daha sömürmüşlerdir. Diğer taraftansa misyonerler, şarkiyatçılar, bir takım akademisyenler bir kısım Müslümanların itikatlarını, imanlarını içten içe tahrif ve tahrip etme yoluna giderek ilahiyat kürsülerinden bile fesat yaymayı başarmışlardır.