Şu mısraların şâiri, kim bilir hangi bunalımların girdabındaydı ki bir mübarek bayrâm günü şen-şakrak, memnun-mütebessim sevineceğine bağrını hançerlercesine “bayrâm gelmiş neyime, kan damlar yüreğime!!!” diye feryatlar koparmış?!.
Demek ki bayrâmda bir sevinenler ve bir de üzüm üzüm üzülenler, yerinenler, dertliler, tasalılar, yol gözleyenler, kapıya kulak kesilenler, telefon zili bekleyenler, dört duvar arasında derdiyle Allah’a sığınıp kalanlar…. yaşlı ana-babalar, yoksullar, kimsesizler, terk edilmişler, huzurevinde, bakımevinde, derme-çatma dam altında olanlar var!
“Yuva” dediğimiz, “ev” dediğimiz meskenler, gerek Türk ve gerekse İslâm tarihinde hiçbir devirde içinde yaşadığımız şu yirmi birinci asırdaki evlerin, apartmanların, sitelerin, villaların seviyesindeki debdebe, lüks ve tantanada olmadı. Bunların her biri durumuna göre 5 yıldızdan 3 yıldıza kadar yıldızlı otel konforunda. Hiç farkında olunmasa bile günümüzde çok yazıktır ki evler, sadece yatıp-kalkılan ve kahvaltı ve akşam yemeği yenilen çekirdek aile oteline döndüler. Hakîkaten böyle; esef ederek söylüyoruz ki evler, yuva olmaktan uzaklaşarak maddesi ve mânâsıyla...