“S. Ahmed Arvasi” adının ilk
işitildiği 1970’li yıllardır. O yıllar, yerli düşüncenin kendini
müdafaa yıllarıdır. Tek Parti iktidar zamanları arkada kalmış
fakat; Tek Parti Zihniyeti, 27 Mayıs 1960 kanlı darbesiyle
güçlenerek, yerli düşüncenin; bir başka söyleyişle tarihine, dinine
ve diline bağlı olanların üstüne üstüne gelmektedir.
O günlerde “Allah” diyenlere,
“ecdat” diyenlere saldıranlar, hor ve aşağı görenler sadece
Yassıada’da darağacı kuranlardan ibaret değildir...
1968’de bugünkü Sarı Yelekliler
protestolarında olduğu gibi Paris’te bir gençlik hareketi
başlamış, bu hareket, kısa sürede Avrupa’ya sıçramış ve
İstanbul üzerinden bütün Türkiye’ye yayılmıştı.
Türkiye’de önceleri “gençlik
eylemi” sanılan sokak gösterileri, hızla sol şiddet olaylarına
dönüşmüş ve komünist işçi-köylü ihtilalini hedefleyerek silahlanıp
kan dökmeye başlamıştı.
Bu dönemde yerli düşünce 3 tehdit
altındaydı:
-Tek Parti
Zihniyeti.
-Materyalizm.
-Komünist ideoloji.
Birbirinden ayrı gibi görünen bu
üç ‘izm’in aslında üçü de 1789 Fransız İhtilalinin ihraç etmiş
olduğu fikirlerden besleniyordu. Nitekim Fransız İhtilalinin
“hürriyet”, “uhuvvet” “müsavat” dediği sloganlar, bunlara “adalet”
sözü de eklenerek bizde İttihat Terakki’nin ideolojik dayanağı
olacak, yabancı hayranlığının hücrelere yerleşmeye başladığı bu
dönemin devamında da İttihat ve Terakki hareketinin gafleti ve
Haçlı güçlerinin ihanetiyle İmparatorluğa veda
edilecekti.
Devlet-i ali Osman’ı
kaybetmemizde sanayi inkılabını kaçırmamızın payının büyük olduğu
iddiası doğrudur. Ancak; buna eş zamanlı olarak fikir, sanat ve
edebiyatta geri kalmışlığımızın, fikir üretemez duruma düşmemizin
payı da büyüktür.
Bu vaziyetin en kavruk
dönemlerinden biri 1970’lerdir. O günlerde dünya görüşümüzü
cihanşümul çapta ifade edebilecek tefekkür, kalem ve kelam
erbabımız bir elin parmakları kadar bile değildi.
Devrin sözde devrimci ve lafta
ilericileri için Müslüman mürteci, İslamiyet irtica, köklere
sadakat Turancılıktı.
Yerli düşüncenin karşısında bir
silahlı militanlar vardı bir de kalemleriyle onları besleyen
yabancılaşmış aydınlar.
Kalemli kuvvetlerimizin; Yahya
Kemal, Necip Fazıl, Nihal Atsız, Nurettin Topçu, Osman Yüksel,
Sezai Karakoç’un yanına yeni imzaların dâhil olması, fikir
tahkimatımızın güçlenmesi şarttı.
“S. Ahmed Arvasi” adı, böyle bir
ortamda işitilir oldu. “Kendini Arayan İnsan” diyen bu imza, bir
meçhuldü ki bir zaman sonra “Umran’dan Uygarlığa” diyecek bir başka
meçhul olan Cemil Meriç keşfedilecek, O’nu aynı vakitlerde Ahmet
Hamdi Tanpınar takip edecek, daha sonra da Erol Güngör
gelecektir.
Ahmed Arvasi Bey, uzun
öğretmenlik hayatında çok sayıda talebenin fikir mimarı olduğu gibi
150 yıldır içeriden ve dışarıdan gelen kalemli ve kelamlı
saldırılara karşı fikrî tahkimat yapmak isteyen yerli düşünce
mensuplarına da “Kendini Arayan İnsan”dan başka “İnsan ve İnsan
Ötesi”, “Diyalektiğimiz ve Estetiğimiz”, “İnsanın Yalnızlığı” gibi
eserleri kazandırıyordu.
Arvasi Hoca’nın üzerinde durduğu
insandı. Materyalizm kıskacındaki insanı kendini keşfe davet
ediyordu.
Allah, insan, hayat, akıl, zekâ,
vahiy, iman, bilgi, sübjektif bilgi, objektif bilgi , mutlak bilgi,
madde-hayat-ruh, zaman-mekân-Allah, şeriat, tasavvuf, estetik,
medeniyet, ölüm ve sonrası.... üzerinde tefekkür ettiği çok
sayıdaki bahislerden bazılarıdır.
Seyyid Ahmed Arvasi, dinine ve
milletine sevdalı bir mütefekkirdir. O’na ve elbette bize göre
Türk, İslamiyet’le yaradılış manasını bulmuş ve asırlar boyu
İslamiyet’i müdafaa etmesiyle, İslam’ın sancaktarı olmasıyla da
“Allah’ın ordusu” olma şerefine kavuşmuştur. Şanlı Peygamberin
-aleyhissalatü vesselam- şanlı müjdesine kutlu Sultan Mehmed Han
ile kutlu ordusunun kavuşması -hâşâ- bir tesadüf
değildir.
Arvasi Hoca, İslam ümmetinin
bugünlere Ehl-i sünnet ana umdesine bağlılığıyla yani bu yoldaki
ulema, evliya ve milletimizin emsalsiz gayretleriyle geldiğine
inanır. Kurtuluşu da yine böylece olacaktır. İmam-ı Azam
çizgisindeki Maturidi itikad, Ehl-i Sünnet yolu, özü örselenmemiş
şeriat ve İmam-ı Rabbani hazretlerinde zirveyi bulmuş tasavvuf,
kâmil bir bütündür.
Ahmed Arvasi Hoca, ilmiyle amil
bir mütefekkirdir. Söylediği başka yaşadığı başka değildir. Batı
felsefesinin şüpheciliğine İslam tefekkürünün muhkem mantığıyla
cevap verir.
Devrin heyecanına kapılmayarak
genç insanı eline silah almaya değil, tefekküre yönlendirir. İnsan;
yerli insan, kendini, Allah’ı, Sevgili Peygamberimizi, İslam
ahlakını bilmek, tarihini tanımak, dün-bugün-yarın denklemini
kurmak ve değerlerinin, irfanının şuurunda olmak
borcundadır.
Seyyid Ahmed Arvasi Beyin
hayatına baktığımızda Doğu Beyazıd’da doğmuş, orta tahsilini
Erzurum, yüksek tahsilini Ankara’da yapmıştır. Ne dünyanın sayılı
üniversitelerinden mezundur ve ne de oralarda yüksek lisans ve
doktora yapmıştır.
O’nu yetişme çağında besleyen
Medrese ilmiyle yoğurulmuş aile çevresi, İslam âlimleri ve sonraki
zamanlarda da yerli fikir adamlarıdır.
Nitekim Yahya Kemal’i fikren
besleyen gittiği Paris değil, sığındığı Osmanlıdır. Necip Fazıl’ı
kurtaran Fransız kültürü değil Abdülhakim Arvasidir.
Sevgili Peygamberimizin bir
sıfatları da “Hace-i kâinat”tır; kâinatın öğretmeni, kâinatın
Hocası. Demek oluyor ki öğretmenlik, muallimlik bir Peygamber
mesleğidir.
“Rütbe’ül ilm ale’r rüteb/ilim
rütbesi, bütün rütbelerden yüksektir” hadis-i şerifi malumdur.
Ahmed Arvasi Hoca, bu rütbeye kavuşmuş bir
şahsiyettir.
Öğretmenliğe başladığı 1952’den
vefat ettiği 31 Aralık 1988’e kadar derslerinde, sohbetlerinde,
konferanslarında, yazı ve kitaplarında inandıklarını paylaşmaya,
bildiklerini öğretmeye çalıştı. İlminin zekâtını verdi. Bir dava ve
şuur adamıydı. Meydana çıktığı 1970’lerde bir boşluğu doldurdu.
Gittiğinde ise arkada bir boşluk bıraktı.
Vahiy Medeniyetimizde mektep
yahut okul dört duvar değildir. Mektep, ilim-amel-ihlas düzleminde
öğrenen, yaşayan ve öğreten rehber insandır. Mektep insanlar
meş’aledir, için için yanar ve yolları aydınlatırlar. Hem
yaşadıkları zamanda muasırlarını ve hem de bıraktıkları eserlerle
sonraki asırları aydınlatırlar.
İlim ehlinin ilminden, sanatkârın
gönlünden, fikir adamının ufkundan herkes, nasibi kadar faydalanır.
Bir söz, bir cümle, ruhları tutuşturur ve o aşk gün gelir
milyonlara sirayet eder.
Bu anlamda Diriliş Ertuğrul
Filmi’nin Ahmed Arvasi Beyin eseri olduğu
söylenebilir:
Adı geçen diziyi yapan Tekden
Film’in sahibi Dr. Kemal Tekden, Arvasi Hoca’nın talebesidir.
Fikri, O’nun sohbetleriyle hedefini bulur. Kemal Tekden Bey, daha o
günlerde kararını verir: “Eğer; ileride bir imkân bulursam film
şirketi kuracağım…” Evet; zamanı gelince film şirketini kuracak ve
dinlediği ders ve sohbetlerdeki ideal ve hakikati yeni imkânlarla
milyonlara aktaracaktır. O zaman, Arvasi Hoca’nın vefatından çeyrek
asır sonra çıkagelmiştir. Diriliş Ertuğrul Filmi böylece
doğar.
Yüz akı mütefekkirlerimizden
merhum Seyyid Ahmed Arvasi Bey, haysiyet ve şahsiyet sahibi abidevi
bir fikir inşacısı ve bu vasfıyla da devirleri aydınlatan bir
Mektep Adamdır.