Irka, soya dayalı alt kimlikler hep vardı ve en saf şekliyle de örfü, âdeti, dili ve töresiyle yaşayıp gidiyordu. Fransız ihtilalinin çıkardığı sosyal sarsıntıyla bizim düşüşe geçme takvimimiz buluşunca imparatorluk coğrafyasında kavmiyetçi akımlar kendini göstermeye başladı. Mora isyanı, Yunanlıların önce muhtariyet/otonomi sonra da 1829 İstiklâliyle noktalandı. Bunu Bulgarlar ve diğer gayrı müslim anasır/unsurlar takip etti. Müslüman anasır arasındaki tefrika geç ve zordur çünkü "ümmet" fikri kalblere işlemiştir.
Kavmiyetçi cereyanların kendini göstermesi ve sosyal ve siyâsî çalkantılar, beraberinde değişik kurtuluş tekliflerini de getirdi. Fransız ihtilali 1875 ve Tanzimat Fermanının ilânı da 1839 olduğuna göre o günkü haritamızda çok yakınımızda olmasına rağmen aynı kıtadaki bir devlette esen böyle bir rüzgârın topraklarımıza ulaşmakta etkisini göstermesi çok da hızlı olmamıştır.
Fransız ihtilalinin imparatorluğun mevcudiyetine belki de en büyük tesiri kavmiyetçilik denilen millî sonraki adıyla milliyetçi akımlardır. Devrin münevveri bunun ne denli tehlikeli olduğunu derhal fark eder. Zira imparatorluk Türkiyesi yekpâre Türk ırkından mürekkep değildir. O vakte değin devlet hayatımızda nüfus yapılanması "Müslim" ve "gayrı Müslim" diye ayrılmıştır. Bu tasnif, asla keyfî değildir ve hukuk dahilinde idare esasına dayanmaktadır.