Kaç yaşımda olduğumu hatırlamıyorum ama küçücüktüm. Babam yürürken yeninden tutarak kendisine yetişmeye çalışıyordum. Bu sırada babamın "Şol cennetin ırmakları, akar Allah deyu deyu/Çıkmış İslâm bülbülleri öter Allah deyu deyu!" diye mırıldandığını bugün gibi hatırlıyorum.
Bu sesler, asırlar ve asırlar süresince nesillerin mürebbiyesi, dadısı oldu. Yunus Emre, Eşrefoğlu Rumi, Hacı Bayramı Veli, Aziz Mahmud Hudâî, Erzurumlu İbrahim Hakkı gibi onlarca Allah sevdalısı hazret, yalnızca hayatlarıyla, nasihatleriyle cemiyete ışık tutmakla kalmamış, dupduru Türkçeleriyle kaleme aldıkları mısralarıyla da gönüllerde Allah aşkını, Peygamber muhabbetini tutuşturmuşlardı. Bu altın mısralar, daha sonra sesin ahengiyle buluşarak ilahileşip kalbleri nurlandırmaya koyulmuştu.
"Şol cennetin ırmakları" tanıştığım ilk ilahiydi. Bunu daha sonra "Sordum sarı çiçeğe annen-baban var mıdır/Çiçek eydür derviş baba annem-babam topraktır?" takip edecekti. Gelecek vakitlerde de diğerleri.
O müberek velilerin, o mübarek sözleri şimdilerde pop müziği denli sahne gösterisine dönüştü...
Eskiden ramazan ayı gelmeden günler öncesinde evler hazırlanırdı. Erzak tedarik edilir, her yer yunar-yıkanırdı. Hatırı yüksek bir misafir karşılanırcasına olağanüstü bir iklime girilmiş olurdu. Bayram öncelerinde de öyle. Sadece ev halkı değil, çevredeki muhtaçlar da düşünülürdü. Dulu, yetimi, öksüzü, fakiri sevindirmek ayrı bir lezzet, ayrıca bir ibadetti. Şimdilerde en yakınlarla bile mesafeler öylesine açıldı ki kimsenin kimseyi gördüğü yok.