MSB-Millî Savunma Bakanlığı, ilk
defa olarak dört başı mamur bir bakanlık hâline gelmiş bulunuyor.
Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi’ne geçmeden evvel Hükûmetler
açıklandığında bir de Millî Savunma Bakanı olurdu. Bu Bakan,
umumiyetle askerlikle alâkası olmayan, fakat askeri idare
edebilecek siyasetçiydi. Daha ziyade Genelkurmay’la Hükûmet
arasındaki münasebetleri dengede tutardı.
O dönemlerde acı tebessümlerle
dile gelen şu sözü hatırlıyoruz:
“Her devletin bir ordusu vardır;
Türkiye’deyse ordunun bir devleti vardır!’’ Kanunlarda elbette
böyle bir düzenleme yoktu ama intiba böyleydi. Her darbe döneminden
onlarca misal nakledilebilir. En çığırından çıkmış dönemse 28 Şubat
Sürecidir. Başbakan’a küfreden, Başbakan’a inat sofrada rakı içen
kuvvet komutanları unutulur mu?
Bugün asker hizaya gelmiş, sivil
iradenin emrine girmiştir. Artık icranın başı olan Cumhurbaşkanının
birinci dereceden muhatabı, üst dereceli askerî bir memur olan
Genelkurmay Başkanı değil, Millî Savunma Bakanı’dır. İç Hizmet
Kanunu’nun 35. Maddesinin mevzuattan çıkarılması, askere de
vatandaşa da devlete de yapılmış büyük iyiliklerden biridir. TSK,
iki asırdan bu yana ilk defa olarak milletin vasisi değil,
cephedeki muhafızıdır. Peygamber Ocağı’nın tahrip edilmesindeki
sebepler ayrı bir araştırma mevzuudur. Son 40 yıldaki ana amilin
ise FETÖ Terör Örgütü olduğu bugün çok daha iyi anlaşılmaktadır. 28
Şubat döneminde nice silah sanayii mühendisimizin hayatına
kıyıldığı hafızalara kazınmıştır. FETÖ Örgütünün kısmen bile olsa
temizlenmesi, eline yerli ve millî silahların verilmesi ve siyasî
iradenin yani milletin emrine girmesi üzerine asker, öz ruhuna,
aslî hüviyetine kavuşmuş, politik entrikalarla uğraşmak yerine
muharip güç olup arka arkaya destanlar yazmaya başlamıştır. Fırat
Kalkanı Harekâtı ve Zeytin Dalı Harekâtı’ndan sonraki Barış Pınarı
Harekâtı, bir diriliş ve askerî şahlanıştır.
Bu şahlanışın arkasında millet
azmi ve kuvvetli siyasî irade vardır. Ancak zaferlere giden
sebepler bundan ibaret değildir. Acıyla hatırlanan yukarıdaki o
askerî gerçekler gibi belki daha da acıyla hatırlanan bir
istihbarat mazisi de vardır. Bugün MİT-Millî İstihbarat Teşkilatı,
askerin yazdığı o destanın şeref ortağıdır, dünyanın en iyi
çalışan, en gözde üç istihbarat teşkilatı varsa onlardan biri
MİT’tir. Yurt içi, bölge ve dünyada büyük istihbarat şebekeleriyle
kıran kırana mücadele etmekte, operasyonlar yapmaktadır. Şunu da
kaydetmek isteriz ki “MİT” derken kâğıt üzerindeki tasnife değil,
fiilî duruma itibar ederek MİT’in şahsında bütün istihbarat
kuruluşlarımızı ifade ediyoruz. Hatırlama azabını yaşadığımız
hakikat ise şu veya şunlardır. 1970 sonlarına, hatta ’80 başlarına
kadar, bu teşkilat, maaşını kendi hükûmetinden almıyordu. Tabiî ki
maaş nereden alınırsa talimat da oradan alınır. O günlerin
istihbaratı, düşmandan ziyade bu ülkenin mazlum insanlarıyla
uğraşırdı. Devrin Başbakanları bile onlara ulaşmakta zorlanıyordu.
FETÖ Terör Örgütü, yeni dönemde istihbarat teşkilatımızı
asker-basın-yargı şebekesiyle MİT Tırları olayında linçe
kalkışmıştı. Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi’ne geçildikten sonra
MİT yeniden inşa edildi. Bugün MSB gibi MİT de olması gereken
yerdedir ve harikalar çıkarmaktadır. MİT, İdlib’deki tuzağı bozarak
DEAŞ terörist başının sahiplerinin elinde kalmasını temin
etmiştir.
Gözden kaçmamalı ki yukarıdaki
iyileşmelerin yanında bir de malî kudret var. İçerideki gündelik
karalamalara kapılma olmazsa Türkiye’nin dünyada yükselen yıldız
olduğu görülür. Buraya hakikaten manşetlerle, istihbaratlarla,
darbelerle, Düvel-i Muazzama’yla dövüşe-vuruşa gelinmiştir. Nice
oyunlar bozuldu ve bozulmaktadır. Nitekim en son misal, ABD ve
Rusya’nın düne kadar meçhul olan “Mazlum Kobani” takma adlı
terörist başını parlatma yarışına girmeleridir. Hâlbuki her iki
devletle YPG’nin hudutlarımızı terk etmesine dair yaptığımız
mutabakatın mürekkebi daha kurumamıştır.