İslam medeniyetinde her düşünce adamı, her bilgin kendinden önce
gelen mütefekkirin ortaya kovduğu gerçekleri İnkâr etmemiş, yahut
görmemezlikten gelmemiş; en mühimi o gerçekleri, o düşünceleri
karartmaya, çürütmeye çalışmamış; kendi ter ve emeğini de katarak o
ışıltılı fikirleri geliştirmiş ilerletmiş ve daha yüceye dikmeye
çalışmıştır. İslam bilginleri batılı filozoflar gibi birbirlerinin
eksiklerini arayarak roman ve fikir öldürmemişlerdir. Biri
diğerinin destekçisi olarak bir kişinin malı olmayan İslam
düşüncesinin çağlar boyu yol alırken yorulmaması için devirlerden
üzerine dökülecek yabancı serpintilerden matlaşmaması için
çalışmışlardır.
Bu yüce medeniyette her düşünce adamı ve her sanatkâr kendini
mutlak hakikatin bir işçisi kabul etmiş; kendisini unutarak,
benliğini hesaba katmayarak çalışmış, önüne geçilmez bir aşkla
ebedi yeni olan İslam düşüncesini mum ışığında divit kalemlerle
milyonlarca kitaba zarif bir el örgüsünden daha ince ve daha
sanatkârca bir titizlikle işlemiş ve onlar da eserleri ile birlikte
zamana kök salarak eşsiz ve harikulâde çiçeklerini ebediyete doğru
uzatmışlardır.
Hiç bir medeniyet bu denli bol ve ulu fikir adamı yetiştirmediği
gibi; bu medeniyetin sanatkârlarının seviyesine de hiç bir dünya
görüşü temsilcisi yükselememiştir... Benim sanatçım mermeri
konuşturmuş, kubbeyi şiirleştirmiş, çeşmeyi rüyalaştırmış; benim
sanatçım çekicini ve kalemini tılsımlı hareketlerle kullanarak akıl
üstüne doğru yal almış; eserlerini zamana ve mekâna sökülmez
çivilerle çakmıştır.
Benim fikir adamım da sanatkârım da birer dehadır!... Sadece bunlar
mı?.. Benim devlet odamım.