Hukuk fakültesini yeni bitirmiş
bir genç, ziyaretime gelmişti. Sorma maksadını hatırlamıyorum ama
ona “esbab-ı mucibe ne demektir?” dedim; bilemedi. “Hukukçu”
unvanını kazanmış bir meslek mensubunun hukuki tabirleri bilmemeye
hakkı olamaz. Kelimenin gündelik kullanılıp-kullanılmaması başka
bir durumdur. Kullanılsa da kullanılmasa da her meslek mensubunun o
mesleği kelime zenginliği ve mesleki teferruatıyla bilmesi
mesleğine ve üçüncü kişilere karşı borcudur. İnsanın kelimelerle
düşündüğü malumdur. Dağarcığı kelimeler bakımından zengin olan
insanın hem düşünme ve hem de ifade etme melekesi güçlüdür. Bir
milletin lisanını en iyi temsil etmesi gerekenler, şairler,
hatipler ve hukukçulardır.
Asırlık çınarlar gibi bir
milletin zihin, dimağ ve kalbine kök salmış kelimeler, milliyetleri
itibariyle ırki bir tasnife tabi tutulup da lisandan ihraç edilince
o milletten iyi şair, iyi hatip, iyi hukukçu çıkmaz. Arada bir
çıkansa; bu, maarifin marifetiyle değil, kendi cehd ve gayretiyle
olur.
Alfabe ve lisan inkılabından
büyük darbe yiyen mesleki dallardan biri hukuktur. Adalet, olması
gerektiği gibi ve gecikmeden tecelli edemiyorsa, lehine de aleyhine
de karar verilen çıkan karardan memnun kalmıyorsa bu neticede
adalet mensubu olacakların yetişme sürecinde onlara hukuk tefekkürü
ve mantık illiyeti kazandıramamanın büyük payı vardır. Harf ve
lisan inkılabı yapılmadan önceki Türkçe lügatimiz yüz bin kelimeye
yakındı. Bu inkılaplardan sonra on binlere geriledi. Aradan bir
asır geçtikten sonra ancak tekrar o seviyelere ulaşıldı ama bu defa
da gündelik dilde konuşulan kelimelerin çok düşük seviyede olması
gibi bir dertle karşı karşıyayız.
“Esbab-ı mucibe”, mucip sebep,
icap eden sebepler, “gerekçeli karar” demek.