ABD Başkanı Donald Trump, önceki akşam fırsatını yakalayınca yine bir Tweet atmıştı. İlgili bakanlarla danışmanların bile haberi olmadan atılan bu Tweet, Türkiye’yi atağa kaldırdı.
Donald Trump, “Biz çekildikten sonra Türkiye, Kürtlere saldırırsa Türkiye’yi ekonomik olarak mahvederiz” diyor sonra Kürtlere de Türkiye’yi kışkırtmaktan kaçınma tavsiyesinde bulunuyordu. Daha başka cümleler de vardı. Onlardan biri de bizim güneyimizde, Suriye’nin kuzeyinde 21 mil derinliğinde bir güvenli bölge kurulacağının yazılmış olmasıydı.
En azından Türkiye’de, Trump’ın ne Kürtlere öğüdü, ne İran, Rusya ve Suriye’yi tabii düşman görmesi ve ne de Suriye’nin kuzeyinde 21 mil yani 32 km derinlikteki bir kuşağın; güvenli, emniyetli, yaşanılır bölge kurulacağına dair söyledikleri görülmedi.
Görülemezdi; zira, şu şöyle olursa biz de Amerika olarak iktisadi müeyyidelerle Türkiye’yi mahvederiz, bitiririz şeklindeki bir tehdit, düşmanca bir ifadeydi. Bundan dolayıdır ki Ankara’dan aynı sertlikte cevaplar, arka arkaya füze sür’atiyle ateşlendi. CB Sözcüsü İbrahim Kalın’ın sözü bıraktığı yerden Mevlüt Çavuşoğlu alıp devam ettiriyordu. Ancak esas itibarıyla Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ne diyeceği beklemiyordu. Dün verilen malumatla anlaşıldı ki önceki akşam iki Başkan telefonla görüşmüşler.
Sn. Cumhurbaşkanı, partisinin grup toplantısında bu görüşmenin güvenli bölge tarafını kamuoyu ile paylaştı. Bu fikrin bize ait olduğunu, Suriye’de iç harp başladığında masaya getirdiğimizi fakat devrin Başkanı Obama’nın fikre katılmadığını hatırlattı ve güvenli bölgeyi bizim kuracağımızı haber verdi ve sözlerini “tarihî öneme sahip bir anlayış içinde bulunduğumuza inanıyorum” diye bitirdi.
Bir gün önceki cenk, bir gün sonra sulhe dönmüştü?
Tayyip Erdoğan, bir Kasımpaşalı edasıyla Donald Trump’a orada neler olduğunu sormamış mıydı acaba? Sormuştur, aksini düşünmek olmaz. Ancak Kasımpaşalı edasıyla değil de olması gerektiği gibi sormuştur.
Bunun üzerine Sn. Trump ne demiştir? Ne demiş olabileceği belli. Hani politikanın böyle zamanlar için meşhur bir kaypak ağzı vardır. “Yanlış anlaşıldım! Ben onu demek istememiştim!” derler. En net sözleri bile eğip büküp bu kalıba sokarlar. Başkan Trump da böyle yapmıştır. Bir şey daha yapmıştır. Kürtlere yaptığı çağrıya; öğüt veya nasihatine de dikkat çekmiştir.
Asıl yaptığıysa güvenli bölge projesini telefon diplomasisinin merkezine oturtarak Sn. Erdoğan’a “O zaten bizim fikrimiz, biz 8 yıldır bu fikri savunuyoruz!” dedirtmiş olmasıdır.
Tayyip Bey, bu safhadan sonra muhatabını -herhâlde- daha fazla yormanın bir fayda getirmeyeceğini düşünmüştür. Aslında adı geçen zatın yalnız kaldığı an bu yaptığına bir taraftan kızılırken bir tarafta da bunun bir çam devirme değil şuurlu bir sakarlık olduğu okunuyordu. Bu esnaflıktan gelen politikacı, pörsük bir kurnazlıkla dikkatleri başka tarafa çekiyordu. Onun başındaki dert yalnızca Rusya’nın yardım ve desteğiyle seçimleri kazandığına dair iddia ve dava değildir. Geçen kasımda Cumhuriyetçi Parti, Temsilciler Meclisi’nde üstünlüğü Demokratlara kaptırdı. Rakip parti, bütçeyi nice vakittir kabul etmediği için Hükûmet kilitlenmiş vaziyette. Bu mecburi tatilden dolayı 800 bin Amerikalı maaşını alamıyor. Donald Trump, Tayyip Erdoğan’a bunları ihsas ettirerek ima yoluyla “hâlimi anlayın ve daha fazla üstüme gelmeyin!” demiş olabilir.
Netice itibarıyla mühim olan gelinen noktadır. “Washington, 8 sene sonra Ankara’nın dediği yere geldi!” demeye hakkımız var. Ama bunu demenin; hatta belki övünmenin sahada kazancı ne olacak?
Ortada bazı sorular var:
-Biz, 8 yıldır 32 km derinlikte güvenli bölge mi yoksa 40 km derinlikte güvenli bölge mi diyorduk? Metre olarak olmazsa olmaz kaydımız nedir?
-Kurulacak emniyet kuşağını, “Fırat’ın doğusu ve batısıyla bütün güney hudutlarımız boyunca devam edecek” şeklinde anlamamız doğru mudur?
-Bu emniyet kuşağı yahut güvenli bölgeyi tek başımıza biz mi inşa edeceğiz?
-Bölge tamamen temizleneceğine göre terör örgütleri nereye gitmiş olacaklar?
-Donald Trump’la yapılan telefon görüşmesi, mevzuun ne kadar teminatıdır. Yarın “yanlış anlaşılmışım!” diye bir tekzip yayınlamayacağına emin miyiz?
Şu vaziyet karşısında hazırlıkları bitmiş olan ve bizim, adına “Beka Harekâtı” dediğimiz harekâttan sarfınazar mı edilmektedir?
Kulağımızda Namık Kemal’in mısraı uğulduyor:
Hazır ol cenge; ister isen sulh ü salah!