Hânedan, yani Kayı boyundan inen Osmanlı Sülalesi'nin bir çoğu dâhi, haylisi üstün devlet adamı ve kumandanlık melekesine sahip ve en isimsizi bile mümtaz vasıflarda olan Padişahlarla bu millete, bu ümmete muazzam bir vatan, muhteşem asırlar ve emsalsiz bir şeref ve dünyaya da bir medeniyet bıraktılar.
Onlardan kalan itibar ve şânı bugün dahi kullanmaktayız. Yavuz Sultan Selim Han ile birlikte aynı zamanda Halife-i Müslîmin olan Padişahların bu emsalsiz yüksek muvaffakiyetlerinin arkasında din-ü devlet, mülk-ü millet ve bekamız uğruna göze evlatlarının hayatını almaya varıncaya kadar müthiş fedakârlıklar vardır.
Osmanlıda zaman, büyük bir azimle başladı, cihad ruhu yani î'lâyı kelimetullah aşkıyla muhteşem bir zirveyi buldu, fakat hüsranla bitti. Haçlılar, İstanbul'u geri alamadılarsa da O'nu işgal ederek intikamlarını hayata geçiren pazarlıkların galip tarafı oldular. Türk tarihinin de dünya tarihinin de en büyük facia ve kasıtlı sui muamelelerinden biri Osmanlı Hânedan'ını 3 gün içinde memleketten apar topar sürgün etmektir. Adalet, amme hukuku, hususi hukuk, insan hakları, kadın hakları, çocuk hakları, kul hakkı, vefa hissi, vicdan... gibi üst değerlerin hepsi hiçe sayılarak keyfî ve zorba kararlarla Osmanlı Hânedanı bir eşyanın kapı önüne konması gibi hudut haricine yollandı. Kimsenin yaşlı olmasına, bebek olmasına, hasta olmasına, parasız olmasına bakılmadı. Ellerinde dönüş imkânı vermeyen birer pasaport, küçük birer cep harçlığı vardı hepsi o kadar. Artık Türk kara suları ve hava sahasından bile geçemiyeceklerdi. Tarih derslerinde okutulan "vatanı kurtardı" klişe ibaresi zannedilmesin ki tek başına düşmandan kurtarmayı kasdetmektedir. Sinsi ibarenin asıl maksadı Osmanlıdır.