Şimdilerde bir çok vatandaş, güneydoğuda çıkartılan yangının bütün Kürtlerle alâkalı olduğunu sanmakta. Böyle bir hüküm, yüzde yüz hatalıdır. Devletin adı Selçuklu Sultanlığı, Devleti âliyye ve Türkiye Cumhuriyeti olduğu bütün zamanlarda Payitaht'a en bağlı unsurlardan biri Kürtlerdir. Öyle ki uzak olmayan zamanlara kadar bazı Türk aşiretler, "Ferman padişahınsa dağlar bizimdir!" diye devlete meydan okurken Kürtler, Ulü'l Emr'e tam tâbilerdi. Bu muhabbetin sebebi şudur. Bir asır öncesinde tasnif, kavmiyetçilik üzerinden değil, imân üzerinden yapılmaktaydı. Cemiyette Müslim ve gayrı Müslim vardı. Türk, Kürt ve başka etnik aidiyetler ön palanda değildi. Kürtler, Türkler ve İslâm dışı olmayan herkes o "Müslim" yahut "Ümmeti Muhammed" tasnifinin içindeydi, onlara "İslam milleti" denirdi. Fransız İhtilalinden gelen dip dalgayla İttihad ve Terakki'nin rakip gibi mücadele metodlarının erken Cumhuriyette de devamıyla bu değerler terk edilerek "ne mutlu Türküm!" sloganı ve benzer anlayışlara varıldı. Köprüler atıldı. Halbuki Hilafet makamı, Türk kadar Kürde ve İslâm milletinden her ferde aitti. Hilafetin askıya alınmasıyla alt kimlikli kavimler arasında yabancılaşma başladı.
24 Nisan 1915 Tarihli kararla Ermenilerin göçe tabi tutulmasındaki değerlendirme yanlışlarından biri de şudur. Sanılır ki Ermeniler, Vilayat-ı Şarkiye'den, doğu illerimizden alınıp yurt dışına sürgüne gönderilmiştir. Hayır, öyle değildir! Yer değiştirme, kendi hudutlarımız dahilinde yapılmıştır. O gün Suriye de Lübnan da İstanbul'un vilayetleridir. Hükûmet, isyan eden, Müslümanlara zulmeden, yakan-yıkan Ermenileri, yaşadıkları yerlerden alıp daha sakin şehirlere yerleştirme zarureti hissetmiştir. Hasım hâline gelmiş teb'ayı birbirinden uzaklaştırmak mevzubahistir.