Suriye, malum hâdisleri yaşayıp da yüzbinler, Türkiye'ye
sığınınca bu toprakların mazisinden, renginden ve tarih şuurundan
mahrûm içimizdeki bazı ecnebiler, o mağdurlara şefkat kollarımızı
açıp kamplarda ağırlamaya başlayınca "kendi işsizimiz varken elin
Suriyeli mültecisinden bize ne?!" gibi ifadelerle vicdan yapıları
ve fikir zavallılıklarını ortaya koyunca devamlı takipçimiz aziz
dostların hatırlayacakları gibi biz, bu sütunda ve çıktığımız
ekranlarda aynen şu gerçekleri dile getirdik:
-Burası "mülteci" denen Suriyelilerin de vatanı. Onların dedeleri
de Çanakkale'de, Galiçya'da, Kut'ül Amare'de ve diğer cephelerde
yatıyor... 1920'ye kadar aynı haritanın içindeydik. Üstlerine
bombalar yağarken bu insanlar, başka nereye gideceklerdi? Onlar,
anavatanlarına sığındılar!
Evet; Türkiye, her Osmanlının olduğu gibi Suriyelilerin de
anavatanıdır. Biraz daha zaman geçince sayılar artmaya başlayıp
Arap Baharı yalanıyla tezgâhlanmış Suriye iç savaşının akıbeti
meçhule döndüğünde bu defa o sözlerimizi daha bir pekiştirerek hem
yazılarımızda ve hem de tv konuşmalarımızda mültecilerin
vatandaşlığa alınmasını teklif ettik.
Onların varlığına karşı çıkanların bazıları, gelenlerin neredeyse
eşit sayıda olarak bir kısmının Arap, bir kısmının Kürt, bir
kısmının Türkmen olduğunu bilmeden şartlanmış bir Arap
muhalifliğiyle konuşuyorlardı. Suriye'de Kürt, hele Türkmen olduğu
bilinmiyordu. Kendi coğrafyamız, kendi nesillerimizden
kaçırılmıştı. Hâlbuki Türk'ün bir başka söyleniş şekli olan
Türkmenler, bugün Suriye denen Şam bölgesinde, bizlerin Anadolu
kapılarından girmemizden daha evvel Selçuklular asrından beri
mevcutlar.