Mekke'yi terk etmek zorunda kalarak Medine'ye hicret eden Müslümanlar, başta Merhamet Sultanı Peygamber -aleyhisselâm- olmak üzere mahzunlaşmışlardı...
Bazıları, iklim farklılığından dolayı sıtmaya yakalanıp rahatsızlaşınca hüzünleri daha da artmıştı. Onlardan biri de Resulullah'ın Müezzini Bilâl-i Habeşî Hazretleriydi. Ateşler içindeyken bile Arapça'nın lisan zenginliğiyle hasret dolu şiirler mırıldanıyordu. Hâlbuki O, aslen Habeşistanlıydı, çok fakirdi, Mekke'de ne malı vardı, ne mülkü...
Ama; bir toprağın vatan olması için orada doğmak gerekmezdi, o toprak sevgisini kalbe nakşetmek yeterdi. Orada mülk sahibi olmak da şart olamaz. Vatan, arazi veya arsa değildir. Bir toprağa "vatanım" diyen bir kimse, o aziz mülkün her zerresinin sahibidir.
Müezzininin yakıcı mısralarını işiten Sevgili Peygamberimiz, hüzünlerine hüzünler katılırken şöyle buyurmuşlardı:
-El vatan! El vatan! El vatan! Hubbü’l-vatanî mine’l-îmân!..
"Ah vatan, ah vatan ah vatan!.. Vatan sevgisi, imândandır!"
15 Temmuz 2016 gecesi emperyalistlerin taşeronu ajanlar, darbeye tevessül ederken meydanlara akmış millet, söz birliği etmişçesine hep bir ağızdan "vatan!!! diyordu, vatan tehlikede! Vatan olmazsa namus da olmaz!"
15 Temmuz gecesinde yazdığı şanlı destanla ecdadının evlâdı, Şanlı Peygamberinin ümmeti olduğunu ispat eden bu millet, çoluğu çocuğu, gelini, kızı, kısrağı, yaşlısı ve genciyle mübarek vatan toprağı üzerinde dinine, bayrağına, istiklâline ve istikbâline sahip çıkarak hainleri, onların arkasındaki ikiyüzlüleri ve tanklarını, toplarını, jetlerini mağlup etti.